31 Ocak 2018 00:15

TTB'ye borçluyuz

TTB'ye borçluyuz

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir gazeteci olarak söyleşi için birinin karşısına oturduğunuzda öncelikle okunur yanıtlar almaya çalışırsınız. Tarihten ve coğrafyadan kopuk genellemeler kadar, hem söyleşiyi yapanı sıkan hem de okuru bayıltan bir şey yoktur.

2015 yılının Nisan ayı. Gündemde rektörlük seçimleri var. YÖK’ün üniversitelerin iradesini hiçe sayarak, rektörlük seçimlerinde çıkan sonuçların aksine bir sıralama ile rektör adayı listelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iletmesi tartışılıyor. En çok tartışılanların başında ise, İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimleri geliyor. 

1202 oyla, 2012 yılındaki rektörlük seçimlerinde aldığı oyu ikiye katlayarak en yüksek oyu alan, kendisinden sonra gelen adaya da 300 fark atan Prof. Dr. Raşit Tükel, YÖK tarafından ikinci sıraya konularak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderilmişti. Bilindiği gibi, Erdoğan da Tükel’i değil, üniversitede seçimi kaybetmiş olan kendi düşüncesine uygun adayı atadı. 

Rektörlük seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanının kendisine gönderilen listelerden kimleri atayacağının tartışıldığı günlerde Prof. Dr. Raşit Tükel’in söyleşi için kapısını çalmıştım.

Bu görüşmeden Evrensel’de, 15-16 Nisan 2015 tarihlerinde yayınlanan, tek güne indirmeye kıyamadığım ve aynı zamanda beceremediğim iki günlük bir söyleşi çıkmıştı. O söyleşiye şöyle bir giriş yapmışım: “Bu söyleşi için, Türkiye’nin en köklü tarihe sahip üniversitesi olan İstanbul Üniversitesinin seçilmiş ancak atanmamış rektörü olan Prof. Dr. Raşit Tükel’in karşısına oturduğumda doğrusu daha yukarıdan ve genel söylemlerle karşılaşabileceğimi düşünüyordum. Yani Raşit Hoca, AKP’nin piyasacı ve muhafazakar rektör tipolojisi karşısında, iki dönem aday olan bir isim olarak önce uzun bir kuramsal çerçeve çizecekti. Ama hiç de öyle olmadı. Karşımda, üniversitenin tüm bölümlerinin ve bileşenlerinin sorunlarına haiz biri vardı. Kendi iddialarını ve üniversiteye dair hedeflerini, üniversitenin toplam sorunlarının içinde gezinerek anlatıyordu. Bu sohbet boyunca adeta onunla birlikte üniversiteyi karış karış dolaştığımı hissettim. Bu anlamlı gezintiyi hakkıyla yansıtabilme kaygısı iki gün sürecek bir söyleşiyi ortaya çıkardı.”

İlgili röportajlara aşağıdaki linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz. 

TÜKEL: REKTÖRLÜK SEÇİMLERİNDE YAŞANANLAR ÜLKEMİZİN DEMOKRASİYLE İMTİHANIDIR

TÜKEL: ÖNÜMÜZDE YENİDEN MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEYECEĞİMİZ BİR SÜREÇ VAR

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel dün sabah evi basılarak gözaltına alındı. Aynı saatlerde TTB Merkez Konseyi üyelerinin de evlerine baskın yapıldığı ve gözaltına alındıkları haberi geldi. Nedeni biliniyor. TTB, Afrin harekatı sürecinde barış çağrısı içeren bir açıklama yaptığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “terör seviciler” ifadesiyle hedef gösterilmişti. 

TTB ve TMMOB epey bir zamandır, ülkeyi ilgilendiren çeşitli gelişmelere dair, kendi alanlarıyla bağını da kurarak açık demokratik tutumlar aldıkları için iktidarın hedefinde. Bu kurumların yönetimini ele geçiremediği için yıpratma yolunu seçen siyasi iktidarın bu yaklaşımıyla da uyumlu olarak iktidar basını bu demokratik kurumları sıkça hedef alıyor.

Dünyada TTB kadar baskı gören başka bir hekim örgütü var mı bilemiyoruz. 

TTB açısından bu durum yeni de değil. Adli Tıp alanında örnek bir hekim olan ve toplumsal gelişmelere dair duyarlılığıyla hep gurur duyduğumuz yazarımız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, TTB’nin tarihi boyunca karşılaştığı baskıları dün Twitter hesabından paylaştı.

Fincancı’nın paylaştığı küpürlerden biri, Cumhuriyet gazetesinde 8 Aralık 1985 tarihinde “Türk Tabipler Birliği siyaset yapmakla suçlanıyor” üst başlığı ve “Ölüm cezasına karşı çıkan doktorlar yargılanıyor” başlığıyla yayınlanan haber. 

Fincancı, TTB’nin savaşa karşı barışı, yani yaşamı savunduğunu gösteren küpürler de paylaştı. Bunlardan biri, 17 Ocak 1991 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde ‘Ölçer: Savaş istemiyoruz’ başlığı ile yayınlanmış olan haber. Türk Tabipler Birliği Başkanı Selim Ölçer’in, savaşın bir felaket olduğunu belirterek, “Kesinlikle savaş olmasını istemiyoruz. Türkiye böyle bir felakete sürüklenmemelidir” dediği belirtiliyor haberde.

Yani TTB savaşa karşı çıkarken, AKP henüz bir fikir bile değildi. Erdoğan henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı bile seçilmemişti.

Tarihi, insanların yaşam hakkını ve barışı savunmakla yazılmış TTB gibi bir hekim örgütüne sahip olduğumuz için ne kadar övünsek az.

Ama bugün sadece övünmek yetmez. Hepimizin yaşam hakkını savunan ve bunun riskini alan, bedelini ödeyen TTB’yi savunmak, yaşam hakkından, barıştan yana olan herkesin, hepimizin sorumluluğudur. Bu hepimizin TTB’ye karşı borcudur. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa