28 Ocak 2018 00:58

Zeytin dalına bakar ve bir seçim yaparız

Zeytin dalına bakar ve bir seçim yaparız

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Aynı anda iki efendiye sahip olamazsın, para ve bilgi! Ya da başka bir sicille ve uzun makalelerle halkı yanıltmayı seçersin” der Le Monde gazetesinin kurucusu Hubert Beuve-Méry. Gazeteciliğin ana akımı ne zamandır efendi olarak paradan başkasını tanımıyor, seçimini çok önceden yaptı. Lakin bazı durumlarda o sicilin bir bedeli de oluyor, genelde onu var eden sisteme değil gazetecilere kesiliyor ceza ve yola devam ediliyor. Bakmayın geçmişin savaş borazancılarının, genelkurmay gediklilerinin halen köşelerini koruduklarına, onlara en büyük ceza tenzili rütbeydi, bugünkülerin de akıbeti o olacak.

Başbakanlığın geçtiğimiz hafta medya patron ve yöneticilerine dikte ettiği 15 maddelik liste, gazeteciliğin ne olmadığını anlatmak için değerli bir kaynak. Bu tür listelerle ilk kez karşılaşmıyoruz, kendisinin belirlediği “milli çıkarlara” tümüyle itaat eden medya her iktidarın rüyası. Bu sefer ilginç olan hükümetin kendisine muhalif gördüğü kimi yayın kuruluşlarını da davet etmesi ve giden gazetecilerin verilen bilgileri aynıyla haber konusu yapması. İzleyebildiğim kadarıyla soru sorulmamış, hangi gazeteciler katıldı, kim kime yakın oturdu, kiminle kaynaştı gibi kulis bilgileri yazan dahi yok. Başbakan Afrin’e düzenlenen ve adına “Zeytin Dalı” denilen operasyona ilişkin yapılan haberler için gazetecilere teşekkür etmiş. İktidarın gazetecilere kendilerini desteklediği için teşekkür etmesi, gazetecilik ve haber almak isteyen okur/izleyici için hayra alamet bir durum değildir. Gazeteci için milli çıkar kamu yararıdır, o da bilgilerin doğrulanmak suretiyle tüm yönleriyle aktarılması ve tüm görüşlerin tartışılabileceği bir ortamın yaratılmasıyla olur. Savaş durumu da buna istisna değildir.

Diyeceksiniz ki böyle bir ortamda kimde var öyle cesaret? Gazeteciliğin kolay bir iş olduğunu kim söyledi ki... Gazetecilik cesaret ister, bilgi ister, deneyimle yoğrulur. Yurttaş gazeteciliği girişimlerini elbette destekliyoruz ama gazetecilik bir meslektir, bu mesleği seçenlere çoğunlukla ağır bedeller ödetir. O nedenle gazeteciler onların bağımsızlıklarını koruyan, yıpranma paylarını teslim eden ayrı bir iş kanununa tabidir. “Ben gazete okumuyorum, haber izlemiyorum Twitter’dan takip ediyorum” diyorsunuz ya aslında takip ettiğiniz kendi görüşünüz, yaşam tarzınız, ilgi alanlarınız doğrultusunda belirlediğiniz eşik bekçilerinin seçimleri. Gazeteciler de bir eşik bekçisi ama arada şöyle büyük bir fark var, gazeteciler bize gerçeği göstereceklerine dair bir taahhütte bulunurlar ve bu gerçekleşmediğinde bizim de hesap sorma hakkımız doğar.

Kuşkusuz tüm gazeteciler vermiş oldukları sözleri tutmazlar, Beuve-Mery’nin dediği gibi bir seçim yaparlar. Eylül 1945’te London Daily Express gazetesi muhabiri Avustralyalı Wilfred Burchett de bir seçim yaptı. Dünyanın dört bir yanından gazeteciler Tokyo Körfezi’nde Missouri Zırhlısı’nda General Douglas MacArthur’ın Japonya’nın teslim olduğunu duyurduğu konuşmasını izlerken, Burchett onun yerine Hiroşima’ya gitmeyi tercih etti ve atom bombasının yol açtığı felaketi dünyaya ilk duyuran muhabir oldu. Oysa ABD’nin resmi beyanları tam aksini söylemekteydi hatta New York Times atom bombasının yaydığı radyasyonun herhangi bir zararının olmadığına dair bir haber dahi yayınlamıştı. Daha sonra bu haberi yazan muhabirin ABD Savaş Bakanlığı’ndan para aldığı ortaya çıktı. Resmi kaynaklar başta durumu inkâr ettiler ancak ortada fotoğraflar vardı. Bunun üzerine medya hep bir ağızdan atom bombası atılmasaydı Japonya’nın asla teslim olmayacağını yazdı ancak bir yıl sonra yapılan bir soruşturma, Japonya’nın bombalar atılmadan önce teslim olduğunu ortaya çıkardı.

Birinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere Başbakanı olan David Lloyd George, The Guardian gazetesinden C. P. Scott’a “İnsanlar gerçeğin ne olduğunu bilseydi, savaş yarın sona ererdi ama elbette bilmiyorlar ve bilemezler. Gazeteciler yazmazlar, sansür gerçeklerin ortaya çıkmasını engeller. İnsanlara cepheden herkesin cesur davrandığına ilişkin güzel resimler gönderilir” demişti.

Gazeteciler gibi okur/izleyici de aslında bir tercih yapar. Her şey apaçık ortadayken, bazen kendisine yalan söylenmesine göz yumar, hatta onun çıkarı için soru sorana düşman kesilir. Gerçeği bilmek istememek de bir tercihtir ve bunun da bir bedeli vardır.

“Trump’ın söylediklerini inkâr etmesi çok ilginç, sanırım açıklamayı Pentagon yazdı” dedi geçen sabah haber programında bir gazeteci, berikinin bu görüşmeler kaydedilir gerçekler eninde sonunda açığa çıkar demesine aldırmadan. Görüşmeyi paralelden dinlemiş kadar emin, devletine gözü kapalı bir sadakatle bağlı. İşte istenen tam bu dedim (sanırım dışımdan), tek sorun ona gazetecilik denmiyor olması. Barışın mümkün olduğuna ya da zeytin dalından yapılacak bir tacın ihtişamına inanmak ve inandıklarımızın bedelini ödemek konusunda eninde sonunda seçim bizim…

*Savaşta gazetecilerin gerçekleri nasıl çarpıttıklarını ve iktidarın propaganda aracına dönüştüklerini anlatan, Avustralyalı gazeteci John Pilger’ın çektiği“TheWar You Don’t See” (Görmediğiniz Savaş) belgeselini izlemeyenlere tavsiye ederim. Maalesef Türkçe altyazısı yok.
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...