11 Ocak 2018 00:15

Ya devrim ya komplo, başka yolu yok!

Ya devrim ya komplo, başka yolu yok!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İran’da günler süren tansiyon şimdilik düşüyor gibi görünüyor. 

Gösterilerin ilk gününden itibaren ABD’nin hevesli desteğine karşılık AB ülkelerinin temkinli duruşu dikkat çekici. ABD’nin “karşı kamptaki bu tip huzursuzluklara” yönelik tavrı İran konusunda da değişiklik göstermese de özellikle Arap ayaklanması sürecinde AB ülkelerinin bizzat müdahil olarak yürüttükleri “saldırgan” politikaların İran’da büyük ölçüde farklılık gösterdiği göze çarpıyor. 

2011’den beri Libya, Mısır, Suriye, Yemen başta olmak üzere bazı ülkeler için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) yoğun lobi faaliyetleri yürüten AB ülkelerinden İran’daki gösterileri “İran’ın iç işleri” olarak değerlendirdiklerine dair açıklamalar gelmesinin birçok sebebi var elbette ancak esas sebep “huzursuzluğu İran’ın iç işleri olarak görüyor olmaları” değil. Büyük ihtimalle Arap ayaklanmasının büyük bir coğrafyayı istikrarsızlaştırması, bu durumun petrol fiyatlarından uluslararası yatırımlara kadar birçok alanı etkileyen bir domino etkisi yaratması, milyonlarca göçmen, ABD’nin mevcut öngörülmesi güç politik tutumları ve benzeri birçok faktör olmasaydı İran konusunda tamamen farklı bir yaklaşım görmemiz mümkündü. Tabii yine şerh düşmek lazım; bugün öne çıkan politik duruşların stabil olmadığını akılda tutmak gerek, yarının tamamen farklı gelişmeler getirmesi de mümkün.

Her ne kadar AB ülkeleri ve Rusya’nın başını çektiği İran’a yakın kampın politik duruşu soğukkanlı olsa da genel olarak İran’daki gösterilerin Türkiye dahil genişçe bir çevrede “heyecan” yaratması “geleneksel anlayıştan” kurtulmanın pek de kolay olmadığını gösteriyor. 
İran’da gösteriler başlar başlamaz büyük fay kırılmalarına yol açan ve yıkıcı etkisi en azından şimdilik geride kalmış gibi görünen Arap ayaklanması dönemindeki kalıpların bir kez daha tekrar edildiği yorumlarını dinlerken buluverdik kendimizi. Sokak gösterilerinden devrim devşirmeye girişmek veya göstericilere kulak verme gereği bile duymadan süreci topyekün komplo teorilerine kurban etmek… Ya devrim ya da komplo, başka yolu yok!..

İçeride, bizzat yaşayanların bile zaman zaman değerlendirmekte zorlandığı birçok unsurun söz konusu olduğu isyan durumlarını birkaç genel kriter ile anlamaya çalışmak imkansız. Mesela Suriye’nin baskı rejimi, insan hakları ve fikir özgürlüğü konusundaki karanlık sicili, yolsuzluk, adalet sisteminin sağlıklı işlememesi, gelir dağılımındaki uçurumun giderek açılması gibi faktörlerin halkı huzursuz ettiği biliniyordu. Nitekim, ayaklanmanın ilk haftalarında sokak gösterilerine katılanların profilleri de toplumun bütün kesimlerini kapsayacak şekilde tamamen farklıydı. Suriye’deki gelişmeler halkın rahatsız olduğu noktaların büyük oranda dikkate alınmadığı iki ana çerçevede üzerinden değerlendirildi yıllarca: 

-Halk yönetimden rahatsız, halkın büyük kısmı Sünni, o zaman Sünniler ayaklanırsa yönetim devrilir… Ülke içindeki dinamikler göz ardı edildiğinde korkunç sonuçlar doğuran böylesi düz mantık ile çıkarımlar da yapılabiliyor. Suriye’de ekonomiyi büyük ölçüde Sünni kesimin kontrol ettiğini ve ekonominin de en temel ihtiyacının istikrar olduğunu anlamak için yıllar süren ve bir ülkeyi yerle bir eden bir dönem yaşanması gerekti. Halbuki, ülkeyi biraz tanımak yeterliydi.

-İkinci bakış açısı da ilki kadar fanatikçe… Halkın rahatsızlıklarının haklılığını ve masumiyetini gösterilere destek veren ülkeler ve taraflar üzerinden değerlendirmek. 

Suudi Arabistan’ın başka ülkeler için demokrasi çağrısı yapması elbette düpedüz ironi. Suriye’de bir vekalet savaşı yaşandığı da artık herkesin kabul ettiği bir gerçek. Ancak neredeyse 7 yıl süren, ağır yıkıma sebep olan süreç huzursuzluğun kaynağı olan ve ülkeyi vekalet savaşına müsait zemin haline getiren temel faktörleri önemsiz kılamaz.

İran’daki gösterilere dair Türkiye içinden veya dışından farklı siyasi görüşlere, kamplara, inançlara sahip tarafların değerlendirmelerini takip ederken Suriye, Mısır, Libya, Irak gibi ülkelerde olduğu gibi “yerel gerçeklerden çok, temenniler ve beklentiler üzerinden” anlatıldığını görmek “tehlikeli ezberden” şaşılmadığını da gösteriyor. 

Sokaklarda gösteri yapan, yaralanan, ölen, sakat kalan, evlatlarını veya ailelerinden birilerini yitiren ve hatta her şeylerini kaybeden gerçek insanların olduğu tamamen gerçek süreçleri kişiselleştirerek okumaya çalışmak her açıdan tehlikeli. 

Bir bölgede haklı iç sebeplerden kaynaklanan huzursuzluk ile çeşitli çıkarlar çerçevesinde karmaşayı lehine çevirmeye çalışan ülkelerin-kampların hamleleri aynı anda var olabilir ki hepimizin şahit olduğu Arap ayaklanması döneminde bu durum yaşandı. Bu tip süreçleri iç ve dış sebepler başlıkları altında değerlendirmek genişçe bir kesim için neden hâlâ zor, anlamak güç…

İdeolojik çerçeveden bakıp gerçek insanları insan üstü misyonlarla idealize ederek buna uygun tavırlar beklemek de sağlıklı değil. Kısacası insanlar gerçekten ekonomik sıkıntılar nedeniyle sokağa dökülebilir, kötü yönetimden şikayet ettikleri için buna tepki gösterebilir. Bir ülkenin uluslararası platformda sürekli markaj altında olması isyanlara yol açabilecek anlayışları/uygulamaları meşru kılmaz.

Kaba taslak bir değerlendirmede bile onlarca alt başlığın göz önünde bulundurulması gerektiği gelişmelerde özellikle de sürekli değişim halinde olan toplum düşünüldüğünde manzaranın siyah-beyaz netliğine indirgenmesi en iyi ihtimalle mevcut durumu daha da karmaşıklaştırmaktan başka işe yaramayacaktır. Böylesi süreçlerde siyah ve beyaz dışında bütün renklerin olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa