24 Aralık 2017 01:05

'Kimler kimlerle yan yana geliyor, kadere bak!'

'Kimler kimlerle yan yana geliyor, kadere bak!'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2016 istatistiklerine göre Türkiye Rusya’nın ardından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni en çok ihlal eden ülke. Rusya bize en büyük farkı Sözleşme’nin 5. maddesi yani “Özgürlük ve Güvenlik” hakkı ihlalinde atmış. İkinciliğe “sevinmek” için henüz erken, zira cezaevindeki tutuklu sayısını, bekleyen ve gelecek olan başvuruları göz önüne alınınca zirveye çok az kalmış olabilir. Bu arada, AİHM son yıllarda öncelik vermeyi taahhüt ettiği konularda bile iyi sınav vermedi bildiğiniz üzere, çok sayıda başvuruyu reddetti. Türkiye’nin iç hukuk oluşturduğu, hukuksuz, dolambaçlı yollara göz yumdu. Bu nedenle pek çok ihlalin sürmesine neden oldu, çok eleştirildi. Eleştirilmeye devam ediyor.

AİHM 2014 yılında Ahmet Şık’la ilgili bir karar vermişti hatırlarsanız. Şık, Nedim Şener’le birlikte 3 Mart 2011’de gözaltına alınmış, 5 Mart’ta tutuklanmış 12 Mart 2012’ye kadar yani bir yıldan fazla süre cezaevinde kalmıştı. Başvuru 2011 yılında, Şık cezaevindeyken, AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesi ve ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle yapılmıştı. Başvuru sırasında Şık’ı temsil eden avukatlardan biri şu an kendisiyle birlikte Silivri Cezaevinde bulunan Akın Atalay’dı. AİHM değerlendirmesinde Şık’ın tahliye talepleri reddedilirken hiçbir somut gerekçe sunulmadığını, hükümetin iddia ettiği gibi “kara propaganda” suçunun işlenmediğini, kaldı ki zaten böyle bir suç olmadığını, adli makamlara hakaret etmek ve onları baskı altına almak suçunun tutuklamayı gerekli kılmadığını, Şık’ın bizzat eleştirdiği makamlar tarafından tutuklandığını bunun “Hiç kimse kendi davasının yargıcı olamaz” ilkesine aykırı olduğunu sonuç olarak tutuklu bulunması için ikna edici, yeterli delil bulunmadığı tespitini yapmıştı. 

Mahkeme, ifade özgürlüğüne ilişkin değerlendirmesinde ise hükümet karşıtlarının veya medyanın haksız eleştirilerine karşı türlü imkanlarının bulunduğunu, cezalandırma yolunu seçerken daha dikkatli davranması gerektiğine dikkat çekerek Castells Kararı’nı, siyasi tartışmaların serbestliği ilkesi gereği, terör eylemleri yapmayı, şiddete başvurmayı teşvik etmediği sürece yasaklanan örgütlerin görüşlerinin serbestçe açıklanabilmesi, aktarılabilmesine imkan tanınması gerekliliği üzerinden Gözel ve Özer/Türkiye Kararı’nı hatırlatmıştı. Sonuç olarak mahkeme Türkiye’nin Sözleşme’nin 5. ve 10. maddelerini ihlal ettiğine yani Şık’ın özgürlük ve güvenlik hakkıyla, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermişti.

‘Gazetecilikten tutuklanmadılar’ kimin gerekçesiydi?

Bunları belki birçoğunuz zaten biliyorsunuz, tekrar etme sebebim Ahmet Şık’ın yine neredeyse aynı gerekçelerle 359 gündür özgürlüğünden mahrum kaldığını hatırlatmak. O dönemki avukatlarından Akın Atalay’ın, Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ile birlikte cezaevinde 420. günleri doluyor bugün. Emre İper ise 263 gündür tutuklu.

Ahmet Şık, diğer tutuklu arkadaşları gibi yeniden başvurdu AİHM’ye. Hükümet vermesi gereken cevabı epey geciktirdi sonrasında ise “Devlette süreklilik esastır”a uygun şekilde 2011’deki suçlamalarının bir benzerini yolladı. Oysa Erdoğan, 2014 yılında İlker Başbuğ’un kendi talimatıyla tutuklandığı iddiası üzerine Ali Fuat Yılmazer, Emre Uslu, Önder Aytaç, Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ve Zaman Gazetesi Yazarı Mehmet Kamış hakkında suç duyurusunda bulunmuş, suçlamasına dayanak olarak da Şık’ın kitabının toplatılma sürecini göstermişti. Hükümet şimdi yeniden “Gazetecilikten tutuklanmadılar” diyor, alakasız biçimde 44 sanık, 60’tan fazla mafyaya ilişkin suç içeren Pantano İtalya’ya karşı davasını örnek gösteriyor. “Gazetecilikten tutuklanmadılar” ruhu Adalet Bakanlığı koridorlarında hâlâ dolaşıyor.

Hükümet ve Erdoğan sabah akşam “FETÖ/PDY” diye adlandırdığı eski ortaklarına hakaretler yağdırıyor. Ancak ne yaman çelişkidir ki “FETÖ” iddiasıyla tutuklanan Eski İstanbul Emniyet Müdürü, Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, Odatv, KCK basın davalarında görevi başında olan, hükümetin çadırların tahrik amacıyla yakıldığını iddia ettiği Gezi zamanından kulaklarını hep çınlattığımız Hüseyin Çapkın, Mehmet Ağar’ın “Mesleki anlamda da fevkalade başarılı hizmetleri oldu” demesinin ardından tahliye ediliyor. İlhan Cihaner’in “kirli pazarlık” diye nitelendirdiği bu talih kuşu son dönemde sık sık geçmişte yaptıkları için hesap vermeyen “muktedirlerin” başına konuyor. 

Başlıktaki ifade Erdoğan’a ait. Referandum döneminde Saadet Partisinin “hayır” oyu vereceğini açıklamasına sinirlenip Trabzon’da duygusal bir konuşma yapmıştı. Sosyal medyanın en sevilenlerinden, türlü şekilde montajlanıyor. Ancak bana en çok AKP’nin 15 yıllık iktidarının bugününü anlatıyormuş gibi geliyor. Vadettiği her şeyin tersini yapar halde olmasını geçtim, kendisini karşıt olarak konumlandırdığı muktedirlerin kefaletini de kabul edecek hale geldi. Üstelik bir süredir varlığı bilinen, Mehmet Ağar’la vücut bulan bu yoldaşlık kandırılmışlıkla açıklanamayacak kadar sert bir viraj. Eski muktedir için yeni yol arkadaşlığının tescili, bir halkla ilişkiler zaferi. “Kimler, kimlerle yan yana geliyor, kadere bak, kadere bak!”

Not: Yarın öbür gün (25-26 Aralık’ta) Cumhuriyet davası var. Bu bir yıllık süreçte yaşananlar, suç diye ortaya konanlar, başvurulan tanıklıklar sadece ve sadece yargılananın gazetecilik olduğunu kanıtladı. Umarım mahkeme heyeti AİHM’nin Şık için geçmişte verdiği kararı hatırlar, Türkiye’nin ifade özgürlüğündeki kötü sicilini göz önünde bulundurur ve bu hukuk garabetine son verir. Yeni yıla hep birlikte biraz umutlanarak girmek dileğiyle…    

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa