08 Aralık 2017 00:15

Türkiye'nin üstünde ne menem bir ‘adalet perisi’ dolaşıyor!

Türkiye'nin üstünde ne menem bir ‘adalet perisi’ dolaşıyor!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Maksim Gorki’nin ‘Ana’ romanı ilk kez, 1926 yılında Sovyetler Birliği’nin sinema ustalarından Vsevolod Pudovkin tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Elbette gazetemizin okurlarına, “Gorki’nin Ana’sı” yabancı değildir. Ama 1926 yapımı filmi herhalde ancak meraklıları görmüştür.
Bu filmin en etkileyici sahnelerinden birisi, Ana’nın oğlu, Pavel ve arkadaşlarının yargılandığı “mahkeme” sahnesidir.

Çara başkaldırmak, düzeni yıkmakla suçlanan Pavel ve arkadaşlarının duruşmaları başladığında, Adalet Sarayı’nın çatısındaki beyazlar içinde, gözleri bağlı, elinde terazisi ile genç bir kadın simgesiyle temsil edilen “adalet perisi”, değişmeye başlar. Duruşmalar ilerledikçe, “adalet perisi” mahkemedeki yargıç gibi; gözlerinde kalın camlı gözlükleri, elinde kılıcı olan yaşlı, çirkin bir meczuba dönüşür!

Çünkü, işçiler karşısında mahkeme tarafsız, adaleti gerçekleştirme duygusuyla hareket eden bir kurum değil, tamamen sınıfsal, karşısındakileri düşman gören bir tutumun temsilcisidir!

PARTİZANLIK TÜM YARGIYI KAPSAMIŞTIR!

Heykelin “değişimi”; o tarafsız, adalet dağıtıcısı adalet perisinin devrimci tutsaklar karşısında egemen gerici sınıfların “kılıcı” olduğunu gösterir.
Bugün ülkemizde “tek adam” uygulamaları ilerledikçe, savcılıklardan başlayarak “yargı”nın doğrudan Saray’ın himayesine giren tutumu ve bu tutumun tedricen yerel mahkemeler, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemeleri de kapsaması; gelinen yerde “Anayasa Mahkemesi kararları”nda da kendisini göstermeye başlamıştır. 

Kısacası mahkemelerin, son günlerde bu partizan, siyasi iktidarın işaretine göre kararlar oluşturma tutumunun alanı, Anayasa Mahkemesini içine alacak biçimde tüm adalet mekanizmasını içine çektiğini görüyoruz. Bunu uzunca bir zamandan beri, HDP’nin vekillerinin, “tutuksuz yargılanması” girişimleri karşısında yaklaşık bir yıldır sessizliğe bürünen AYM’nin tutumunda gördük. Son günlerde bu sessizlik, “eyleme” de dönüştü ve Anayasa Mahkemesi, arka arkaya “bekleyen dosyaları”, iktidarın hedefine paralel olarak 
karara bağlamaya başlandı. 

YARGI HDP’Yİ ‘YASALAR KARŞISINDA EŞİT’ GÖRMÜYOR

Demirtaş’ın yargılanmasından (dün), 1 gün önce (*), Anayasa Mahkemesi, Demirtaş’ın, “Milletvekili olarak tutkusuz yargılanması gerektiği”ne dair daha önceki Anayasa Mahkemesi kararlarına dayanarak yapılan başvuruyu, AYM Genel Kuruluna sevk etti.
Ancak, AYM Genel Kurulunun, tutuklu HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’ın benzer başvurusunu “Açıkça dayanaktan yoksun” olduğu gerekçesiyle “Kabul edilemez bulduğu” dikkate alındığında, Genel Kurulun Demirtaş’ın da talebini reddedeceğini söylemek herhalde aşırı kötümser bir yorum olmaz.

Oysa Ergenekon davası sürerken AYM; tutukluyken CHP’den milletvekili seçilmiş, Balbay ve Haberal, hakkında “tahliye kararı” vermişti. Bugün de yasalar ve Anayasa’nın ilgili maddeleri değişmediği halde, Anayasa Mahkemesi o yıllardaki kararlarının tersine 
“hüküm” oluşturmaktadır.

CHP DE YARGIDAKİ ‘DEĞİŞİM’DEN PAYINI ALIYOR

Anayasa Mahkemesinin bu tutum değişikliği sadece HDP ile sınırlı da değil. AYM, son günlerde, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla verilen para cezası için yaptığı iki başvuruyu da reddetti. Çünkü, AYM’ye göre Kılıçdaroğlu’nun sözleri, “Eleştiri değil kişiliğe saldırı” mahiyetindeymiş!

Öte yandan Zarrab davasındaki gelişmeler içinde savcılıkların adeta Cumhurbaşkanı ve Hükümetin istediği doğrultuda girişimler yapması, en son Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanına yönelik “vatan haini suçlaması” için soruşturma başlatması ama Cumhurbaşkanı ve Hükümet cenahından gelen CHP’nin “ana ihanet partisi” açıklamalarına yönelik hiçbir adım atmaması çok manidardır. Dahası bağımsız yargı tutumuyla açıklanabilir değildir.

Tabii burada yargının 170’i aşkın gazeteciyi tutuklaması, Cumhuriyet yöneticileri ve yazarlarının bir seneyi aşan tutuklulukları, HDP’li çok sayıda siyasetçinin “terör örgütü üyesi” denilerek tutuklanması gibi her gün tartışılan “adalet vakaları”na hiç değinmiyoruz bile!
Bu tabloya bakınca insanın aklına ister istemez “Ana” filmindeki yukarıda sözünü ettiğimiz “adalet perisi”nin o etkileyici “cadı”ya dönüşümü geliyor. 

Az çok adaletin geçerli olduğu ülkelerin üstünde dolaşan “adalet perisi” ise bizim ülkemizde dolaşan herhalde “adalet cadısıdır” demekten insan kendisini alamıyor.

Adalet Yürüyüşü” ve “Adalet Mitingi”ne halkın ilgisi, “peri” ile “cadı” arasındaki farkın görülmeye başlanmasından olsa gerek!

(*) Dün Demirtaş’ın, halen “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklu olduğu dava görüldü. Dava için Sincan Cezaevi içinde önce sadece 20 kişilik bir salon tesis edildi ancak itirazlar üzerine salon değişti. Sadece kadınların, gazetecilerin ve avukatların katıldığı, Kürt basınından gazetecilerin ve sarı basın kartı olmayan gazetecilerin alınmadığı, bir duruşma yapıldı. Yabancı konuklar ve Sincan Cezaevinin önüne gelen çok sayıdaki vatandaş, mahkeme salonuna alınmadı. Ankara Valiliği de OHAL yetkisini kullanarak tüm Ankara’da her tür basın açıklamasını ve kitle etkinliğini yasakladı. Bu ülkenin parlamentosundaki üçüncü büyük partisinin eş başkanının yargılanması böyle başladı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...