03 Aralık 2017 00:15

Ahlaki çöküş ve medya ayağı

Ahlaki çöküş ve medya ayağı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Günlerdir Twitter başında Reza Zarrab’ın ifadesini takip ediyoruz. Telaffuz edilen rakamlar baş döndürücü, kaçla çarpsak, eski paraya çevirsek, tamamın kaçta kaçı bu konuşulanlar? Zarrab şemalar çiziyor ancak bizim kafalar bir türlü basmıyor... Yargılama konusu ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun yasa dışı (Ülkenin uymayı taahhüt ettiği anlaşmalara aykırı) yollarla delinmesi, asıl ifşa olansa koca bir ahlaki çöküş.

Diğer tarafta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ayakkabı kutusundan çıkardığı belgeler var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın çevresinin bir offshore şirketine aktardığı paraların belgesi olduğu iddiasıyla. Zamanlaması manidar diyen var. Oysa yeni bir olay değil, aylar öncesinde The Black Sea adlı araştırmacı gazetecilik kurumunun sitesinde daha fazlası yayımlanmıştı. Karadeniz Bölgesi odaklı uzun süreli araştırmacı gazetecilik faaliyetleri yürüten ve ödüllü gazetecilerden oluşan The Black Sea, manifestosunda bölgede ana akım medyanın baskılar yüzünden dokunamadığı, tabu sayılan konulara yöneldiklerini söylüyorlar. Kendilerini bağlı hissettikleri etik kodlar var. Kitle fonlaması yöntemiyle kaynak sağlıyorlar, sponsorlarının kimler olduğu theblacksea.eu adresinde herkesin erişimine açık. Erdoğan’ın yakın çevresinin, Başbakan Binali Yıldırım’ın oğullarının ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın Varlık Barışı planının Çalık Holdinge nasıl yaradığına ilişkin detaylı dosyalar sitede halen duruyor. 

Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat 28 Mayıs’ta iddialara yer verdiği köşe yazısında yalnızca “Erdoğan ailesiyle ilgili bu iddialara muhatapları ne diyor?” diye sorduğu için cumhurbaşkanına hakaretten ifade verdi. Binali Yıldırım’ın oğullarıyla ilgili iddialar hatırlayacağınız üzere Paradise Papers’da da yer aldı. Yıldırım Cumhuriyet gazetesine 500 bin TL’lik dava açtı. Konuyla ilgili haberlere erişim engeli getirildi. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’ya, iddialarla ilgili olarak 1.5 milyon TL’lik dava açtı. Haberi yapan gazeteciler için nasıl bir güzellik planlıyor bilemiyoruz. İlk elden erişimin engellenmesi kararlarının arka arkaya geleceğini tahmin etmek zor değil. Bir iki hafta önce Zarrab’ın ifşaatları üzerine sulh ceza mahkemelerinin harekete geçeceğini yazmıştım, Kılıçdaroğlu’nun iddialarıyla birlikte fazla mesai yapmaları olası. Umarım kafayı kuma gömmekten başka hiçbir işe yaramayan bu yönteme başvurmayıp beni yanıltırlar.

Siyasetle finansın baş aktörler olduğu bu ahlaki çöküşün bir de medya ayağı var. İktidar medyasında ‘Her şeyi ABD’ye mi soracağız’la başlayıp, ‘Bu memleket davası, beğenmeyen ABD’ye defolsun’la devam eden bir histeri krizi yaşanırken ne Zarrab’ın ifşaatlarına, ne de Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelerin içeriğine dair tek bir kelime yok. ’90’larda ana akım medyanın kendi içindeki rekabet ve takım tutar gibi parti tutmasından kaynaklı korkunç manşetleriyle şerbetlenmiştik ancak müptezellikte epeydir yakalanan seviyenin de üstü varmış meğer. Geçmişte Zarrab’la ilgili yapılan haberlerin, atılan tweetlerin silinme çabası ise acınası.

Doğan Grubu ise tahmin edildiği üzere “endişeli”, New York’taki mahkemeyi her yönüyle aktarmak için elinden geleni yapan yurt dışındaki muhabirlerin hakkını yemeyelim ancak buradakilerin işi zor, editörler sürekli okuyucunun/izleyicinin tepkisiyle hükümetin öfkesi arasında fırsat maliyeti hesabı yapıyor, yazarlar konunun özüne dokunmadan tartışmış gibi yapmanın peşinde.

Ya bizlere açılan davalar? Hem siyasi hem hukuksuz.

Böyle zamanlarda akla sık sık cezaevindeki gazeteciler düşüyor. Bu davayı Ahmet Şık’ın titiz kaleminden okumayı çok isterdim, eminim daha dava başlamadan kapsamlı bir dosyayla bizi duyacaklarımıza hazırlardı. Murat Sabuncu’nun başında olduğu Cumhuriyet’in manşetleri nasıl olurdu? Tunca Öğreten illaki bu uluslararası “ticaret” ağının eksik parçalarının peşine düşerdi. Dışarıdaki gazeteciler işlerini iyi yapmıyor gibi algılanmasın, dikkat çekmek istediğim onlarla birlikte haberciliğin ne kadar güçlü olduğu. Üstelik dışarıdaki meslektaşların büyük çoğunluğu enerjilerinin önemli bir kısmını onların uğradığı haksızlıkla mücadele için harcıyor. 

Bu hafta çarşamba Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın herkesçe erişilebilir üstelik Paradise Papers ve Zarrab ifşaatı nedeniyle yeniden popüler olan e-maillerine eriştikleri ve haber yaptıkları için yargılanan altı gazetecinin davası var. 6 Aralık, Tunca Öğreten ve Mahir Kanaat’in özgürlüklerinden mahrum kalışlarının 347. günü olacak. Tunca Öğreten bu hafta Evrensel’e yolladığı mektubunda, savunma hazırlarken ki yılgınlığını anlatmış kendi güzel üslubuyla: 

“Sayın mahkeme heyeti... Bizim işimiz kirli çamaşırları ortaya çıkarmak, hoşa gitmeyen hakikatleri yazmak...’ desem. Sonra devam etsem: ‘İki ihtimal var. Ya bu yüzden bana ceza vereceksiniz... Ya da hukukun gereğini yapıp, vermeyeceksiniz. Böylece basının özgür olduğunu anlayanlar, hijyene önem verecekler. Vereceğiniz karar, çocuklarımıza nasıl bir ülkede yaşamayı reva gördüğünüzü de anlamamızı sağlayacak. Lütfen yargıyı bulmak istediğiniz gibi bırakın!”

Zarrab davasını herkes siyasi bir dava olarak tanımlıyor, şüphesiz öyle. Bilmez miyiz, biz nicedir hem siyasi üstüne bir de hukuksuz davalarla cebelleşiyoruz. Olmayan suçların olmadığını kanıtlamak gibi akıl almaz bir mücadele veriyor cezaevindekiler. Ne bir kuruş rüşvet almışlar, ne yalan söylemişler, bankayla işleri her ay yatacak mı diye merak ettikleri maaşlarını çekmekten ibaret. Milyon avroların elden ele geçtiği, rüşvet alanı aklamak için kahkahalarla açık oyların kullanıldığı ülkenin yargısı Cumhuriyet Vakfında usulsüzlük arıyor, dört kişi tutuklu, 400 gündür tek bir kanıt bulunamadı.

New York’taki dava yalnızca siyasetteki ahlaki çöküşü değil, ülkedeki basın özgürlüğünün durumunu da bir kez daha tüm dünyada gözler önüne serdi. Uluslararası medya derdini anlatmak için Türkçe içeriklere başladı. Hem de öyle “milkport”lu Google Translate’i kullanarak falan değil, neredeyse deyimleri bile öğrendiler. Gün gelip gazeteciler, siyasetçiler özgürlüklerine kavuştuğunda onlar işlerini yaparken ben de Türkiye’de Twitter kullanıcılarının uluslararası medyayla etkileşimi konulu bir akademik makaleye girişeceğim başlığı “Thankyou Adam @KlasfeldReports from Turkey with love*” olacak.

Bu hafta ayrıca Barış için Akademisyenlere açılan davalar başlıyor. İlk duruşmalar 5 Aralık’ta Çağlayan’da. Hatırlarsanız akademisyen arkadaşlarımızdan Meral Camcı, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya ve Esra Mungan’ın yargılandığı davanın 22 Nisan’daki duruşmasında savcı fikrini değiştirip TCK 301. maddeden yargılanmalarını istemişti. Adalet Bakanlığından izin gerektiği için duruşmalar sürekli ertelendi. Aldığımız bir son dakika haberine göre Adalet Bakanlığı TCK 301. maddeden yargılanmaları için izin vermiş. Bizler bu hafta barış istediğimiz için TMK 7/2 “terör propagandası” yapmak suçuyla yargılanmaya başlıyoruz, bakalım sonrası ne gösterecek? 

*Adam Klasfeld, New York’taki davada mahkemeden tweet atabilen tek muhabir, bu sayede Türkiye’den pek çok takipçisi, teşekkür edeni oldu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa