16 Kasım 2017 00:55

Sandık demokrasisi mi gerçek demokrasi mi?

Sandık demokrasisi mi gerçek demokrasi mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önceki gün Mecliste, partilerin grup toplantıları vardı.

CHP Meclis Grubunda da Genel Başkan Kılıçdaroğlu konuştu.

Kılıçdaroğlu; her zaman olduğu gibi AKP’ye çok sert eleştirilerde bulundu. Ama iki konuda da vatandaşa çağrı yaptı.

Önce “Cam filmi”nin serbest mi yoksa yasak mı olduğu curcunası içinde yüzlerce lira zarara uğrayan, ceza kesilen 5.5 milyon araç sahibi vatandaşa seslendi; bu 5.5 milyon vatandaştan, ülkeyi böyle keyfi biçimde yöneten hükümetten “Oylarıyla hesap sormasını” istedi.

Sonra da Hükümetin et ile ilgili politikasını eleştirdi; dışarıdan et ithaliyle et fiyatlarının düşürülemeyeceğini, bunun besicileri ve kasapları bitireceğini belirten Kılıçdaroğlu, besicilere ve kasaplara çağrı yaptı: “Sizlere değil yabancı et üreticilerine 5 milyar dolar veren (Son beş yılda et ithalatına verilen para) AKP Hükümeti’nden oylarınızla hesap sorun!

VATANDAŞ SADECE SANDIKTA MI HESAP SORAR?     

Çağrıyı yapan CHP Genel Başkanı olunca, “Oylarınızla hesap sorun” demenin karşılığı, “Seçimde AKP’ye değil CHP’ye oy verin!” demek olduğu  apaçıktır.

“Bunda ne var, her parti böyle bir konuşma yapabilir” denilebilir. Doğrudur, her parti lideri böyle konuşma yapabilir; ama seçim kampanyası yapıyorsa, yarın sandık başına gidilecekse. Ya da böyle bir çağrı yapması için çok özel bir durum vardır. Ama Kılıçdaroğlu, bu tür çağrılarını son aylarda hemen her vesileyle yapıyor; “Madem bu hükümet seni mağdur eden politikalar geliştiriyor öyleyse oylarınla hesap sor” diyor; daha da ileri gidip, “Bana 4 yıllık yetki verin ülkenin her sorununu çözeyim” diye, inanılması zor iddialar öne sürüyor.

Bu vaatleri Kılıçdaroğlu 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinden önce de yaptı, ama vatandaş ikna olmamış olmalı ki, gerekli oyları alamadı.

Şimdi de Kılıçdaroğlu’nun bu çağrılarının halk indinde bir karşılık bulması çok zor görünüyor. 

Çünkü; bugüne kadar bütün partiler, iktidarları eleştirmiş; “Ben onlar gibi sizi mağdur etmeyeceğim” demiş, ama her parti bir önceki partinin yaptığını yinelemiş, halka verdiği vaatleri unutup, sermayeye hizmet etmiş! Yetmiş yıldır süren bu “vaatçilik” siyasetinin yarattığı çürümüşlük; halkta “Her gelen aynı şeyi yapıyor. Fakirden oy alıp zengine hizmet ediyor. Hiç olmazsa benim partim bunu daha iyi yapıyor” gibi savunma geliştirerek, diğer partilerin vaatlerine kulaklarını kapıyor. Bu yüzden de kendi başına skandal olan rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçlar da; “Ne olacak canım öteki partiler de bunu yapıyor” denerek sıradanlaştırılıyor.

SANDIK MERKEZLİ SİYASET İTİBAR KAYBEDERKEN 

Dahası dünyada da vatandaşı 4-5 yılda bir “sandığa” çağırarak; “O partiye değil bana oy ver seni bütün dertlerinden kurtarayım” denklemi üstünden yapılan; demokrasiyi 4-5 yılda bir oy vermeye indirgeyen siyaset tarzının hızla itibar kaybettiği ortadayken, CHP’nin bütün çağrılarını, vatandaşın ülke yönetimine müdahale etmesini, örneğin; “OHAL’e, vergilere, keyfi yönetime karşı çıkması”nı, “zamlara, vergi artırılmasına, savaş politikasına hayır...” denmesini, “sandıkta oylarla hesap sor”a indirgemesi anlaşılmazdır. 

Bu yüzden de Kılıçdaroğlu’nun halkı “Oylarıyla hesap vermeye” çağıran, o güne kadar da iktidarı eleştirmekten ibaret siyaset tarzının halk indinde yankı bularak, AKP’ye oy veren kesimlerin bir bölümünün de olsa AKP’ye oy vermekten cayıp CHP’ye yönelmesinin çok zor olduğu, hatta imkansız olduğu da az çok siyaseti izleyen herkesin bilebileceği bir gerçektir.

Bu yüzden de “parlamentarizm”in en kaba biçimi olan 4-5 yılda bir vatandaşı “Oy kullanarak iktidardan hesap sormaya” çağıran siyaset tarzından kurtulma halkın siyasete müdahalesini gerçekten isteyen herkesin en acil görevidir. Dolayısıyla eğer, OHAL’den, savaştan, zamlardan, işsizlikten, adaletsizlikten, keyfi yönetimden, “tek parti tek adam rejimi” için atılan adımlardan muzdarip olan vatandaşları, emek örgütlerini, sendikaları daha bugünden siyasete müdahale eden bir mücadele çizgisine çekip seferber etmeyen bir siyaset tarzının sandıkta da istediği sonucu alması beklenemezdir. Çünkü siyasete sadece seçimle müdahale edilmez. Tersine vatandaşların hükümetlerin uyguladığı politikalara karşı, yürüyüşler, mitingler, gösteriler, grevler, direnişler gibi çeşitli eylem ve etkinliklerle karşı çıkarak, kendi partilerinin arkasında birleşerek, nasıl bir ülke istediklerini gösterebilirler. Ki, sınıflar mücadelesi tarihi, işçi sınıfının, halkın siyasete müdahalesinin asıl yeri, “sandık”tan önce işletmeler, sokaklar, caddeler, alanlar olduğunu göstermiştir. Yığınlar ancak böyle bir mücadele içinde bilinçlenip örgütlendiğinde, sandıkta da tercihlerini bu bilinçle yapabilirler.

‘ADALET YÜRÜYÜŞÜ’ NEYİ GÖSTERDİ?

Nitekim CHP, daha geçtiğimiz yazın ortalarında, “sandık merkezli” siyasetin bir adım dışına çıkarak; sokağı, caddeleri, yolları, meydanları siyaset alanı olarak kullandığında; insanları “Adalet için mücadeleye” çağırdığında, gördük ki, yapılan çağrılar, halkın her kesiminde yankı bulmuş, Hükümete destek veren halk kesimleri bile bu çağrıdan etkilenmiştir.

Ne var ki CHP yönetiminin Adalet Yürüyüşü ve Mitingi sonrasında yeniden eski kulvarına dönmesi, vatandaşı iki yıl sonra kurulacak sandıkta oylarıyla hesap sormaya çağırması elbette bir handikaptır. Ama sonuçta bundan sonra ne yapacakları CHP’nin kendi kadrolarının sorunudur. 

Asıl olan ise sınıf partisinin, demokrasi güçlerinin; OHAL’in kaldırılması, KHK’lerle yönetime son verilmesi başta olmak üzere “tek parti tek adam rejimi”ne giden yolu döşeyen girişimlere karşı tutum alması, yığınların bu konularda aydınlatılması ve mücadeleye çekilmesidir. Onun içindir ki; demokrasi mücadelesi sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret değildir. Yığınların ülkenin yönetimine kendi tarzları ve kendi alanlarından müdahalesi ise  gerçek demokrasinin olmazsa olmazıdır. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa