08 Kasım 2017 00:15

Açılım vadetmekten günah satmaya

Açılım vadetmekten günah satmaya

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Atatürk’ün dediği gibi hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. 3 Kasım’dan sonra Türkiye yeni bir döneme girmektedir. İnşallah Türkiye’nin önünde yeni bir ak sayfa açılacaktır. Bu çerçevede partimiz Türkiye’nin güzel günlere kavuşması için üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye hazırdır. Tüm vatandaşlarımızın yaşam tarzlarına saygılı, ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ felsefesinden hareketle geleceğe yürüyen, anayasal kurumlarımızı daha iyi çalıştıran, Türkiyemizin Avrupa Birliği’ne giriş sürecini hızlandıran, ülkemizin dünya ile entegrasyonunu güçlendiren bir ekonomik programın uygulanması konusunda kararlı olan böyle bir siyasi iradeyi inşa etmek için partimiz görev almaya hazırdır.”

3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde yüzde 34.28 oy oranı ile 363 milletvekili çıkaran AKP’nin Genel Başkanı ve Başbakan, seçim zaferinin ardından yaptığı konuşmada böyle demişti.

Erdoğan, 2001 ekonomik krizinin yarattığı etkilerin daha önce iktidar olan partilere duyulan güveni derinden sarstığının seçim sonuçları ile de ortaya çıktığını gösteren bu tabloyu okurken iki temel sonuç çıkardı. Diğer partilerin güven erozyonuna uğradığı zeminin bir umut arayışı olarak kendi partisini güçlendirmiş olmasının sağladığı avantajla bir yandan umut vadeden bir dil kullanırken, diğer yandan enkaz devraldıklarını savunup ekonomik iyileşme için halktan süre istedi.

2005 sonrasından itibaren ise, ülkenin Cumhuriyet dönemi ile yaşıt Kürt sorunu gibi temel demokratikleşme sorunlarını çözeceği iddiası üzerine kurulu açılım söylemi ile geniş bir liberal aydın desteğini arkasına aldı.

HDP’nin yüzde 13.1 ile seçim barajını aştığı 7 Haziran 2015 genel seçimleri ise AKP için 13 yıl sonra tek başına iktidarını kaybettiği bir sonucu ortaya çıkardı. 

Bu tablo, Erdoğan ve partisi için daha öncesinden örnekleri sergilenen zora dayalı yönetme tekniğinin artık yegane yöntem haline geldiği bir dönemin kapısını açtı. Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını yok sayarak dayattığı 1 Kasım seçimlerinde, ürettiği gerilim ve kutuplaşma politikasıyla yeniden tek başına iktidar olan AKP, ardından muhalefetin bertaraf edilmesi ve iktidar koltuğunun bekası için her türlü zoru kullandı. 

Bu yapılırken yargı mekanizması iktidar lehine yeniden yapılandırılarak, HDP’nin eş genel başkanları ve milletvekilleri ile belediye başkanlarının tutuklanmasının da aralarında olduğu bir baskı sürecinin düğmesine basıldı. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi bir fırsata çevrilerek muhalif televizyon kanallarının kapatıldığı, muhalif seslerin susturulması için gazeteci tutuklama furyasının devreye sokulduğu ve belirli bir dönem aralığında en yoğun basın davalarına tanıklık edildiği, barış akademisyenlerine yönelik ihraçlar ve açılan davalarla üniversitelerin iktidarın dünya görüşüne göre yeniden yapılandırıldığı bir döneme girildi.

Ancak, Erdoğan’a başkanlığın yolunu açmak için gerçekleştirilen 16 Nisan 2017 referandumu AKP’nin büyük şehirleri kaybettiği ve YSK’nin maç sırasında kural değiştirmesi gibi hukuksuzluklar da kullanılarak yüzde 50’nin kıl payı aşıldığı bir tabloyu ortaya koydu. Erdoğan’ın ‘Metal yorgunluğu var, teşkilatları yenileyeceğiz’ söyleminin ardından ise, referandumda seçim kaybedilen büyük kentlerin belediye başkanları ile oy kaybı yaşanan kentlerin belediye başkanlarını görevden alma yoluna gidildi. Bu belediye başkanları içinde haklarındaki çeşitli iddialar olanlar için yargı yolunun işletilmesi şıkkı yerine, ‘tek adam’ın adaletine güven ima eden bir yöntemin kullanılmış olması, Erdoğan’ın pragmatizmi açısından şaşırtıcı değil.

Erdoğan’ın, 1994’te büyükşehir belediye başkanlığına geldiği İstanbul için, 23 yıl sonra “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum” şeklindeki sözleri ise, çoktan terk edilen açılım ve aşınan mağduriyet söyleminin, hataları ile yüzleşme, ‘öz eleştiri verme’ vizyonu ile ikame edilmesi girişimi olarak dolaşıma sokuldu.

Erdoğan’ın günah satarak imaj tazeleme taktiğini, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve Sağlık Bakanı Ahmet Demircan’ın “öz eleştirel” söylemleri izledi. 

Oysa Gezi’den başlayarak Türkiye’nin farklı bölgelerinde farklı zamanlarda farklı biçimlerde devam eden çevre hareketleri ve demokrasi talepleri karşısında ya da deprem, sağlık, eğitim konularında yöneltilen eleştiri ve uyarılar karşısında iktidarın nasıl tutum takındığı sır değil. Ve benzer pratikler bugün de devam ediyor. 

Bir iktidar, çeşitli toplumsal talepleri ve hatta eleştirileri kendisine içerecek, kapsayacak bir duruş sergileyebildiği oranda öz güvenli bir iktidardır. Otomatiğe bağlanan zor ve ardından gelen günah satma ayini ise, bir tür duvara dayanmış olma itirafıdır. 

Ama, karşısında geniş halk kesimlerine güven verecek bir muhalefet seçeneği oluşturulamadığı sürece, iktidarın bir yandan günah satıp, bir yandan da yeni günahlarla yola devam edilebileceği de unutulmasın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...