05 Kasım 2017 00:06

Tarihi ters yüz edebilen güç

Tarihi ters yüz edebilen güç

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Nasıl ki bir hediye alırken onu vereceğimiz anı hayal ederek seçiyorsak, yazı yazarken de kim, nerede, nasıl okuyacak onu hayal ediyorum. Bu yazıyı yazarken gözümün önünde pencere önünde bir kahvaltı masası var. Simit ve beyaz peynir kırıntıları, birkaç dal kalmış roka ve maydanoz. Şimdi reçelli ekmeğe gelmiştir sıra, gazete katlanmış duruyordur masada. Yan gözle kapağa bakılıyordur. Arkaya yaslanıp, keyif çayına geçildiğinde sıra gelir belki bana. İşte tam o an için bir şarkı önereceğim şimdi. Hayalimdeki kareyi tamamlayan parça bu. Youtube’ta bulabilirsiniz, Beyza Doğuç’tan “Ben Her Kasımda Öğrendim.”

Çünkü kasımdan bahsedeceğim çünkü bugün 5 Kasım. 

“Remember the 5th of November” (5 Kasım’ı Hatırla) cümlesini duyacağız bugün bolca. Üstelik tüm dünyada.

Bir slogan gibi kullanılan “Hatırla, hatırla, 5 Kasım’ı hatırla” V for Vendetta filmi ile yayıldı.

Filmi muhakkak ki biliyorsunuz. 2006’da çekilmişti, 2020 yılının hayali İngilteresi’nde, baskıcı bir rejime karşı başlayan bireysel ayaklanmanın nasıl kitleselleştiğini anlatıyordu. Thatcher dönemine binaen İngiliz Yazar Alan Moore’un yazdığı, David Lloyd’un illüstrasyonunu yaptığı, 1982’de yayınlanan çizgi romandan uyarlanan film, Orwell’den Foucault’a pek çok gönderme yapıyor, izleyicinin hafızasına unutulmaz cümleler kazıyordu.

“Aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız gerçekleri öğrenmişsinizdir.”

“Affetmek iyi insanların intikamıdır.”  gibi

V’nin maskesi, tüm dünyadaki isyanlarda bir simge oldu. O maskeyi Gezi’de, Brezilya’da, Wall Street’te, Atina’da ve daha pek çok direnişte gördük.

V for Vendetta’dan bir cümle ile asıl derdimi anlatmaya geçeyim

“Siyasiler gerçeği saklamak için, sanatçılar gerçeği ortaya çıkarmak için yalan söylerler. “

Sanat öyle güçlü ve büyük bir şey ki, bir demokratik düzen karşıtının maskesini alıp, baskıya baş kaldıran bir halkın simgesine dönüştürebiliyor.

Filmde anlatılan hikayenin asıl kaynağı Guy Fawkes’tur.

İngiltere’nin en büyük vatan haini olarak anılan Fawkes, İngiltere’de Katolik kilisesini yeniden egemen kılmak isteyen bir grubun üyesiydi.  5 Kasım 1605’te İngiltere parlamentosunu patlatmak için barut yerleştirirken yakalanmış, halk önünde idam edilmişti. 5 Kasım bu sebeple yüzyıllardır İngiltere’de Fawkes gecesi olarak bir demokrasi bayramı gibi kutlanıyor. 

Fawkes’un eylemini anarşist bir eylem olarak tanımlayanlar olsa da, çıkış noktası kilise egemenliğinde bir diktatorya olduğu için bu yorum pek kabul görmüyor.

Ama Alan Moore, yarattığı karakter ile bu tarihi ters yüz ederek, Fawkes maskesini bir direniş, bir isyan simgesine dönüştürmekle kalmadı, tüm dünyaya yayılmasını da sağladı.

Ve biz İngiltere’nin dört yüzyıldır bildiği “Hatırla, hatırla 5 Kasım’ı hatırla” şiirini bir isyanın şarkısı olarak dinliyoruz artık.

İsyandan aşka geçelim; “Kasımda aşk başkadır” sanıyoruz mesela. 1968 yılında Herman Raucher bir öykü yazıyor, 2001 yılında Charlize Theron ve Keanu Reeves ile kahramanları vücut buluyor. Biz de o gün bugündür filmin adı dilimize pelesenk olmuş şekilde, kasım ayında bir heyecana kapılıyoruz; aşk başka olacak diye.

Oysa mevsimi yok aşkın, çoğu zaman da kalbimizde değil, beynimizde gerçekleşiyor. Ama film sağ olsun, bizde yarattığı plasebo etkisi ile kasımlar bazen bir başka oluveriyor işte.

Sanatın bu dönüştürücü gücüne, bir sanat eserinin dünyaya yayılımına hayran kalmamak mümkün değil. 

Sokak röportajları bizi genelde toplumun kültür ve bilgi düzeyi konusunda hayal kırıklığına uğratsa da, bugün 10 kişiye Van Gogh ve Mussolini’yi sorsanız, biri için “Kulağını kesen ressam” yanıtı diğeri için “Bir İtalyan markası filan mı? “ yanıtını alırsınız.

Van Gogh, algısı zayıf diye 12 yaşında eğitim hayatına devam edememiş, hayatı boyunca birilerinin desteğiyle ve beş parasız yaşamış, aşık olduğu hiçbir kadından karşılık alamamış ve hayattayken sadece tek bir resim satabilmiş bir ressam. Psikolojisi de asla normal olmamış. Resim yaparken bile zaman zaman renklere doyamaz, boya tüplerini direkt tuvale sıkar, elleri ile yayar hatta yermiş. Meşhur kulak kesme hikayesi hakkında pek çok efsane olsa da tarih, güneş altında çalışmaktan zaten normal olmayan ruh halinin bir nevi cinnete dönüşmesi sonucu, kendisini ziyarete gelen Ressam Gauguin’in boğazını usturayla kesmeye çalıştığını, Gauguin güçlü kudretli olması sayesinde kurtulunca öfkeden Van Gogh’un kendi kulağını kesip, genelevdeki bir kadına verdiğini yazıyor.

Akıl hastanesinden çıktıktan kısa bir süre sonra da bir silah ile kendi hayatına son veriyor.

BBC’de bir video izledim. “Van Gogh, günümüzde kendi sergisini gezebilseydi ne hissederdi?” diye. 

Bir sanat tarihi hocasına “100 kelime ile Van Gogh’u anlatsanız ne derdiniz?” diye soruyorlar. “Tüm zamanların en iyisi, en sevileni. Renklere olan hakimiyeti olağanüstü. Azaplı hayatının acısını harikulade bir güzelliğe dönüştürmüş. Acıyı resmetmek kolaydır fakat tutkunu ve acını muhteşem dünyamızın coşkusunu ve neşesini resmetmek için kullanmak... Bunu daha önce kimse yapamamıştı ve belki de bir daha da yapamayacak.” sözlerini Van Gogh bir kenarda gözyaşları içinde dinliyor, sonra aniden profesöre sarılıp teşekkür ediyor. Filmde benim gözlerimi dolduran ise, Van Gogh’un iki kulağının da yerinde oluşudur.

Bir sanatçı, her şeye rağmen üretir. Ama hayatında sanatının karşılık bulabildiğini görmek belki de bütün seyri değiştirir.

Keşke Van Gogh da William Shakespeare gibi yaşarken de ününe şahit olabilseydi. Eserlerinden kazandıkları ile hayatının sonuna kadar emlak zengini olarak yaşayan Shakespeare’in malında mülkünde nazarı, gözü olan kimse de olmadı dört yüzyıldır, hakkıdır zira.

Düşünsenize sanayi devriminden 200 yıl önce yazılan oyunlar, günümüz Türkiyesi’nde bile hâlâ oynanıyor. Şimdi nasıldır eğitim sistemi bilmem ama bundan 20 yıl önce Anadolu lisesinde Shakespeare çevirtirlerdi İngilizce dersinde. İnternet yoktu o zamanlar, sözlükten bakarak kelimelerle oynardık. Sonra açardık Can Yücel’in çevirisini, bir de kendi yazdığımıza bakar, ağlardık.

And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall’d simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would i be gone,
Save that, to die, i leave my love alone.

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

Bunca şeyden sonra demem odur ki, sanat kalacak geriye. Tüm savaşların enkazları kaldırılacak, nesiller unutacak kötü adamların adını, maskelerin anlamı değişecek, bambaşka hatıralarla söyleyeceğiz aynı şarkıları, bir ihtimal   acılarımızı Van Gogh’un fırçası gibi güzelliğe dönüştürebileceğiz. 

Yalnız komayın sanatçıları, kopmayın sanatın coşkulu, isyankar, renkli dünyasından, o koyar insana.

Bu pazarınız dilerim sanatla dolsun.

Son söz yine V’den gelsin 5 Kasım hatırına:

“Bu maskenin altında etten daha fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var!
Ve fikirler kurşun geçirmez. ”

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...