04 Kasım 2017 23:57

Devrim ve sinema

Devrim ve sinema

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“İnanılmaz, harika günlerdi; devrimci bir sanatın ilk adımları. Sanat çalışmalarımıza ilk başladığımız yıllardan söz ederken, o devrin neredeyse bütün yönetmenleriyle belli başlı sanatçılarının doğum tarihlerini duyan herkesin ağzı açık kalmaktaydı. Hepimiz inanılmaz derecede gençtik! Sanat hayatımıza atıldığımızda on altı-on yedi yaşlarındaydık. Oysa bunun çok basit bir açıklaması vardı: Devrim biz gençlerin önünü açmıştı. O zamanlar bütün bir kuşağın yok olmuş olduğu unutulmamalıdır. Büyüklerimiz ülkenin her tarafına dağılmışlar, İç Savaş’ta kırılmışlar ya da Rusya’yı terk edip gitmişlerdi. Bu yüzden Devrim açıkça örgütlenme eksikliği, insan eksikliği duyuyordu; bunu anlamıştık, ülkemiz bizden çalışmamızı bekliyordu. Açıktı ki, ülkemizin kültürün her alanında insanlara ihtiyacı vardı. 

(…) Bu çağın sanatının en anlamlı ve ilginç özellikleri nelerdi? Birincisi, önceden söylediğim gibi sınırsız bir deney yapma özgürlüğü vardı. Henüz hiçbir şey istikrara kavuşmamıştı. Cumhuriyet, İç Savaş’la neredeyse bütün kuvvetini tüketmiş gibiydi, kendi kültürünü yaratmaya daha yeni başlıyordu; Sovyet iktidarıyla beraber çalışmak isteyenlere kapılar ardına kadar açıktı.” (Sergey Yutkoviç. Devrim Sineması Agora Kitaplığı. Sf. 6)

Büyük Ekim Devrimi, yalnızca insanlığın “başka ve daha güzel bir dünya” düşünün ve yeni devrimlerin yolunu açmakla kalmamış kültür-sanat alanında da büyük atılımların, yeniliklerin önünü açmıştı.

Sanat alanında büyük bir birikime, önemli bir kültürel mirasa sahip olan Rusya’da devrim sonrası sinema alanında büyük bir atılım yaşanır. Devrim sinema tarihinin akışını değiştiren, sinema tarihine görkemli filmler ve kuramlar ekleyen Eisenstein, Pudovkin, Dovjenko, Kuleşov, Vertov, Yutkoviç gibi ustalar kazandırmıştır. 

Devrimin Önderi Lenin sinemanın halk kitleleri üzerindeki etkisinin, öneminin farkındadır. Lenin, 27 Ağustos 1919’da özel film ve fotoğrafçılık girişimlerini ulusallaştıran/devletleştiren “Fotografik Ticaret ve Sanayinin Halk Eğitim Komiserliğine Devri Hakkında” Halk Komiserleri Konseyi Kararnamesini imzalayarak Sovyet sinemasının doğumunu da sağlar.

1919’da Vladimir Gardin tarafından dünyanın ilk sinema okulu olarak kabul edilen Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsü (VGIK) kurulur. Devrimin yarattığı yeni bir dünya ve yeni insan oluşturma coşkusu ve devrimin sunduğu olanaklar çok sayıda genç insanın sinema yapmasını sağlar.

Devrimin ilk günlerinde sinema etkinlikleri “gerçekliğe bağlılık eğilimi” ve ham film kıtlığının da etkisiyle montaj çalışmaları yoluyla sürdürülüyordu. Moskova Film Komitesinde “Yeniden Kurgulama Bölümü” de kurulur. Sovyet sinemasının ilk montaj teorisyenlerinden kabul edilen Vladimir Gardin’in bu bölümde verdiği konferansın Lev Kuleşov üzerinde de büyük etkisi olur, sonrasında Gardin’in düşüncelerini geliştirdiği söylenir.

Ayrıca dünyanın en önemli tiyatro yönetmenleri arasında yer alan Meyerhold’un Sovyet sinemasına katkısı büyük olmuştur. Devrimden sonra aralarında kendisini manevi babası olarak tanımlayan Sergei Eisenstein’ın da olduğu önemli yönetmenlere ders vermiştir.

Devrim sonrası oluşan ilk sinema grubu 1919’da kurulan aralarında Pudovkin, Boris Barnet’in de olduğu Kuleşov’un grubuydu. Bu grubu Dziga Vertov’un öncülük ettiği başka bir grup izler. 

Dziga Vertov, sinemayı kendine yabancı ögelerden, özellikle de tiyatro ögelerinden temizlemek istiyordu. Bundan dolayı, stüdyo, dekor, oyuncu ve sahne düzenlenmesine karşıydı. Ona göre sinemacının başlıca görevi gerçeği olduğu gibi, olduğu anda sinemaya aktarmaktı. Amacı, yaşamın içinden alınmamış her şeyi sinemanın dışında bırakmaktı. Çekilen parçalar kurgu sırasında sanat değeri kazanacaktı. Vertov, sinema gerçeğinin ancak Kino-Göz’le (sinema-göz/sinema-gerçek) anlaşılacağını düşünüyordu. Ona göre sinema gözü, insan gözünün görmediklerini ortaya koyabiliyordu.

1921’de Leningrad’da teatral bir atölye olarak FEX (Eksantrik Oyuncu Fabrikası) kurulur. 

DEVRİM SİNEMASINDA BİR DORUK: SERGEI EISENSTEIN

Sovyet devrim sinemasının en önemli ismi Sergei Eisenstein’dır. Sergei Eisenstein’ın sine-kolektifi 1923’te kurulur. Sinematografik örgüyü çarpıcı bir montajla değiştirmeyi savunan Eisenstein’a göre “İyi kurgulanmış bir montaj sadece sahneleri birbirine bağlamakla kalmaz, aynı zamanda izleyicinin hislerini istenilen yöne çekebilmek ve seyirci kitlesini heyecanlandırmak için de iyi bir yoldur.”

Devrim hareketine katıldığında 19 yaşındadır Eisenstein. Önce tiyatroyla ilgilenip Meyerhold’un öğrencisi olan, kısa sürede büyük gelişme göstererek sanat yönetmenliği, yönetmenlik yapmaya başlayan Eisenstein, mekan ve kurgu konusunda kendisini kısıtlamamak için tiyatroyu bırakıp sinemaya yönelir. 

Eisenstein 1924’te çektiği ilk uzun metrajlı filmi Grev’de yıldız sisteminin aksine kitleleri öne çıkarır. Mekan gerçek bir metalurji fabrikası, kahraman kitleler, insan topluluklarıdır. Potemkin Zırhlısı’nı, 1905 devriminin yirminci yılında 1925’te çeker. Eisenstein, filmi yeni montaj teknikleri, estetik anlatımı ve etki yöntemleriyle bir propaganda filmi olmanın çok ötesine taşır; bütün zamanların en etkileyici/en iyi filmi olarak kabul edilen bir film çıkarır ortaya.

Sovyet Devrim sinemasının bir diğer ustası Vsevolod Pudovkin kuşağın en yaşlı üyesiydi. VGIK’e girdikten sonra Gardin’in ilk uzun metrajlı Sovyet filmi Orak Çekiç’te aktörlük ve yönetmen yardımcılığı yapar. Bay Batı’nın Bolşevikler ülkesindeki Olağanüstü Serüvenleri filminde Kuleşov ile çalışan Pudovkin 1925’te Satranç Tutkusu adlı kısa filmin ardından aynı yıl Pavlov’un deneyleri üzerine Beynin Mekanizması adlı bilimsel bir belgesel hazırlar. 

1926’da kendisinin de sessiz sinemanın da başyapıt filmlerinden Maksim Gorki uyarlaması Ana’yı çeker.

Pudovkin, Nâzım Hikmet’in 19 yaşında gittiği Sovyetler Birliği’nde, Moskova Meydanı’nda izlediği hem sinema ile tanışmasını sağlayan hem de şiir anlayışının değişmesinde önemli rol oynayan “Açlık… Açlık… Açlık…” adlı belgeselin senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini Gardin’le birlikte gerçekleştirmiştir.

Ayrıca devrimin sinemacılarından Yutkeviç de ülkemize gelerek “Türkiye’nin Kalbi Ankara” (1934) belgeselini çeker.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...