29 Ekim 2017 23:59

Evet, ‘ılımlı İslam’ tehlikelidir ama…

Evet, ‘ılımlı İslam’ tehlikelidir ama…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

S. Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, geçen hafta bölgedeki (Ortadoğu) gelişmelere de önemli etkileri olacak bir açıklama yaptı. Bin Selman bu açıklamasında S. Arabistan’ın “radikal düşünceleri derhal yok edeceği”ni ve “1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama döneceği”ni söyledi. Bu açıklama, elbette S. Arabistan’ın İran İslam Devrimi’nin gerçekleştirildiği 1979’dan bu yana radikal İslamcı hareketlerin en büyük destekçisi olduğunun itirafı olarak da okunabilir. Öte yandan yine Vehhabilik gibi radikal İslamcı bir ideolojiyi devletin kurucu ideolojisi olarak benimseyen S. Arabistan’ın ‘ılımlı İslam’a geçip geçemeyeceği de başka bir tartışma konusudur.

Ancak mevzu ‘ılımlı İslam’ olunca bu konuda Türkiye’de yürütülen tartışmalar daha bir önem kazanıyor. Çünkü bugün Türkiye’deki AKP-Erdoğan iktidarının adının uzun yıllar ‘ılımlı İslam’ ile birlikte anıldığı bir sır değil. İşte geçtiğimiz günlerde iktidara yakın medya organlarından Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, Suudi prensin açıklamaları ile ilgili dikkat çekici bir yazı yazdı.

Karagül’ün 26 Ekim tarihli yazısı “Çok tehlikeli bir oyun bu. Suudiler’in ‘Ilımlı İslam’ çıkışının arkasında ne var?” başlığını taşıyordu. Karagül bu yazısında yapılan açıklamanın “Sünni Arap dünyasını tek bir eksende tutmaya, onu da ABD-İsrail eksenine hapsetmeye dönük olduğu”nu söylüyor. Devamında bu projenin “ABD ekseninden uzaklaşan her ülkeyi tehdit etme önceliği üzerine kurgulanmış” olduğunu ve “Türkiye’den Çin sınırına kadar bölgenin ABD’nin elinden kayıp gitmesine karşı daha güneyde ve daha Batı’da yeni bir cephe hattı kurulmasıyla alakalı” olduğunu belirtiyor. Karagül yazısında bu projenin hedefindeki ülkenin İran olduğunu ama Türkiye’nin de sıkıştırılmak istendiğini vurguluyor.

Görüldüğü gibi Karagül, S. Arabistan’ın soyunduğu rolle ilgili 2000’li yılların başında Türkiye’nin “model ülke” olarak ilan edildiği ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) benzer bir projeden söz ediyor. Zaten bu benzerlikten olsa gerek Fehmi Koru da “S. Arabistan’ın Türkiye’nin rolüne soyunduğunu” söylüyor (“Suudi Arabistan ‘Değişeceğim’ diyor… Değişimle muradı Türkiye gibi olmak”başlıklı yazısı).

Türkiye’ye ‘ılımlı İslamcı model ülke’ rolü verilen BOP’un ABD tarafından Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar geniş bir coğrafyayı yeniden dizayn etmek için gündeme getirdiğini söyleyenler, bu ülkede yıllarca iktidar ve sözcüleri tarafından değişen dünyayı anlamayan eski kafalılar olarak eleştirildiler. Oysa şimdi sanki bu iktidar ve medyadaki sözcülerinin hiçbir günahı yokmuş gibi Karagül, “Ilımlı İslam Projesi en fazla Türkiye’de denendi. Biz buna hep ‘Amerikan İslam’ı dedik ve karşı durduk” diyor.

Gerçekten öyle mi?

Fakat geçmişe dönüp baktığımızda yazılıp söylenenler Karagül’ü yalanlıyor.

Amerikalı Siyaset Bilimci Huntington daha 2000 yılında ‘Medeniyetler Çatışması’ adlı kitabında şöyle diyordu: “Türkiye, işleyen bir demokrasiye sahip tek İslâm ülkesi. Demokrasinin mutlaka laik bir temele dayanması gerekmez, İslam ile demokrasi bağdaştırılabilmeli. Ilımlı İslamcılar eğer demokratik sürece katılıyor ve başarılı oluyorlarsa, iktidara gelmelerine izin verilmelidir.” (Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, sf. 105, Vadi Yayınları, Ankara, 2000) Bu değerlendirmeden bir yıl sonra AKP kuruldu ve 2002 Kasım’ında yapılan seçimleri kazandı. ABD’nin Ortadoğu uzmanlarından Fuller ise, bu gelişmeyi ve arkasındaki güçleri şöyle değerlendiriyordu: “Türkiye sadece kendisi için değil, çağdaş İslam dünyası için de çok önemli olan iki dinamik İslami hareket üretmiştir; Bunlardan ilki siyasi alanda AK Parti, öteki ise çok daha büyük ve apolitik bir toplumsal hareket olarak Gülen Hareketi’dir.” (GrahamE.Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Sf.117-118,  Timaş Yayınları, İstanbul, 2008)

Yine ABD’nin 2003’teki Irak müdahalesinden sonra Irak’ta kurulacak yeni düzenle ilgili olarak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Powell “Irak’ta bir İslam Cumhuriyeti olacak. Türkiye ve Pakistan’daki diğer İslam Cumhuriyetleri gibi” diyordu. (www.hurriyet.com.tr/powell-turkiye-islam-cumhuriyeti-214623)

Ve Erdoğan, 2006’da Başbakan iken Türkiye’nin BOP kapsamında üstlendiği rolü şu sözlerle açıklamıştı: “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var! Nedir o görev? Biz Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin eş başkanlarından bir tanesiyiz ve bu görevi yapıyoruz biz!” (4 Mart 2006 tarihli konuşması)

Demek ki, bugün Türkiye’deki iktidarın başa geliş/getiriliş sürecine dokunmadan S. Arabistan’ı yerden yere vurmaya çalışmak her şeyden önce samimiyetsiz ve dahası gerçeği çarpıtma amacı taşıyan bir tutumdur.

Geriye yanıtlanması gereken bir soru daha kalıyor. ‘Ilımlı İslam’a “çok tehlikeli bir oyun” diyenler acaba yerine neyi koyuyorlar?

Çünkü böyle bir değerlendirmeyi okuyan her aklı başında insanın beklentisi, “ılımlı” ya da “radikal” İslam’ın her biçiminin siyasal egemenliğin bir aracına dönüştürülmesine karşı açık tutum alınmasıdır.

Oysa bunlar ne yapıyorlar?

“Radikallikten vazgeçeceğim” diyen S. Arabistan’a kızıyorlar. Çünkü S. Arabistan, Katar geri çekildiğinde bile Türkiye ile birlikte Suriye’deki radikal İslamcı grupları desteklemeyi sürdürmüş ve birlikte oluşturdukları ‘Fetih Ordusu’,  Mart 2015’te İdlib’i almıştı. Bugün Türkiye, İdlib’de bu radikal İslamcı grupların ‘garantör’lüğünü yapıyor.

Yani yaptıkları “ılımlı olacağım” diyene kızıp radikallerle iş tutmaya devam etmekten başka bir şey değil.

Ve nihayetinde Türkiye’deki “ılımlı”ların hikâyesi bize “ılımlılar” ile “radikaller” arasında bir Çin Seddi olmadığını gösteriyor. Çünkü “ılımlı” ya da “radikal” gericiliğin her biçimi bölge halklarını daha fazla gerilim ve çatışma girdabına sürüklemekten başka bir işe yaramıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...