28 Ekim 2017 23:26

Medya operasyonu çöktü, meğer delil yokmuş (!)

Medya operasyonu çöktü, meğer delil yokmuş (!)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarih 25 Nisan 1998’di ülkenin iki büyük gazetesi Hürriyet ve Sabah Suriye’de yakalanan Şemdin Sakık’ın ağzından yazılmış “itiraflar”ı manşet yaptılar. Gazetelere göre Sakık “Türkiye’deki bazı ihanet cephelerinin tüyler ürpertici ilişkilerini” bir bir anlatmıştı. İlişkiler ağında en ön plana çıkan dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ile Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş’tı. Sakık’a göre Öcalan Birdal’dan “benim Türkiye’deki tabancamdır” diye söz ediyordu. Erbaş ise “Biz milleti değil ümmeti esas alırız” demiş ve kurulacak Kürt devleti ile İslam devleti arasında bir sorun olmayacağı mesajını” vermişti. Ertesi gün yani 26 Nisan’da “Örgüte destek veren, zaman zaman iş birliği yapan isimleri tek tek” açıklamıştı. Gazeteci Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ın örgütten para aldığı, aralarında Evrensel’in de bulunduğu altı gazete ve dergiyi bizzat örgütün finanse ettiği “itiraflar” arasındaydı. Ardından medyada bu isimler aleyhine, başını Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin “Alçakları Tanıyalım” başlıklı yazısıyla çektiği bir karalama kampanyası başladı, meslektaşları gazetecileri ve İnsan Hakları Savunucusu Birdal’ı hedef gösteriyordu. Gazetecilerden biri işinden oldu, diğeri yazılarına ara vermek zorunda kaldı. Akın Birdal 12 Mayıs’ta ofisinde uğradığı silahlı saldırıdan canını zor kurtardı. Şemdin Sakık mahkemede bu itirafları yalanladı. Gazeteler bu yalanlamayı görmemeyi tercih ettiler. Başta ancak Can Ataklı Öküz dergisine verdiği mülakatta haberlerin yalan olduğunu söylemişti, Ataklı’ya göre “Dönemin çok güçlü bir generali, bu haberlerin konulmaması durumunda gazeteyi batırma tehdidinde bulunmuştu.” Gazete patronları ve yöneticileri basın tarihine “andıç” olarak geçen bu skandalın ayrıntılarını 2012  yılında Darbeleri Araştırma Komisyonuna bol bol anlattılar. Ertuğrul Özkök “Tek pişmanlığım Andıç oldu. Onda da kendi arkadaşları olunca yazmıyorlar diyorlardı. Eleştiriyorlardı. O yüzden yazdık. Ama bu benim hayatımın en büyük utancı olarak kalacaktır” diye konuşmuştu. Gerçekten de gazeteler adına gazetecilik adına büyük bir utançtı. O utancın bile isteye parçası olanlara da, sonradan elimiz kolumuz bağlıydı diye özür dileyenlere de bir şey olmadı, bugün hâlâ yazmaya devam ediyorlar.  Ve Türkiye’de böyle gazetecilik utanmak nedir bilmediği için bugün andıç benzeri haberler rutine dönüştü.

Temmuz başında Büyükada’da dijital güvenlik semineri sırasında gözaltına alınan insan hakları savunucuları için daha avukatları doğru düzgün bilgi edinemezken iktidar medyası kaos yaratma ve ihanet ve casuslukla suçlandıklarını duyurmaya başlamıştı. Akşam gazetesi 7 Temmuz’da “Tertip’ Komitesi Büyük Ada’da!”, 8 Temmuz’da “Harita Üzerinde Yakalandılar” manşetiyle çıktı. Gazete 10 Temmuz’da Erdoğan’ın uçaktan dönüşte Büyükada’daki gözaltılara ilişkin açıklamalarını verirken başlığa Erdoğan’a cezaevindeyken destek verildiğinin açıklanmasına atfen “Bizi doğru dürüst kabul bile etmemişlerdi”yi çekmişti. Aynı gruba ait Star gazetesi 11 Temmuz’da “Büyükada’da İngiliz Parmağı” manşetiyle çıktı. Eğitimi verenler ajanlıkla suçlanıyordu. Star 21 Temmuz’da Deniz Yücel ile birlikte Peter Steudtner’ın ajan olduğundan emindi. Sabah gazetesi ise aynı gün tutuklamalara itiraz eden Almanya’ya “Terörist Yuvası, İkiyüzlü, Hadsiz” diye seslenirken resim altında “tutuklama delillerini” sayıyordu. Henüz ortada iddianame yoktu. Türkiye gazetesi is büyük bir “gazetecilik” başarısı göstererek Büyükada baskınının şifrelerini çözmüş “24 Temmuz Planı Çöktü” müjdesi vermişti. 24 Temmuz Cumhuriyet gazetesinin ilk davasının görülmeye başlanacağı tarihti fakat araştırmacı gazetecilik o kadar derine inememiş, Büyükada’da gözaltına alınan Hak Savunucusu Özlem Dalkıran’ın Cumhuriyet davasına hazırlık çalışmalarının yapıldığı WhatsApp grubunda olmasından yola çıkarak yeni bir örgüt çökertmenin keyfini çıkarıyordu. Ortada çöken bir şey yoktu 24 Temmuz grubu davayı ve sonraki davaları takip etmeye devam etti. 

Geçtiğimiz çarşamba gecesi sekiz hak savunucusu tahliye oldu. İktidar medyasının tetikçilerinden biri “Elli kere dedik, bu iddianamelerle sonuç alınamaz” diye sitem etti. Ortada hiçbir delilin olmadığı “itiraf” edildi. O rezil manşetleri atanlar ise havaya bakıp ıslık çalıyor. 

Önümüzdeki salı yani 31 Ekim’de Cumhuriyet davasının dördüncü duruşması var, aynı gün Özgür Gündem ana davası başlayacak. 24 Temmuz’un planlayıcısı olanlar olarak 31 Ekim’de de gazetecilerin özgür kalması için, haber almak hakkımız için çalışmaya devam ediyoruz. Delili olmayan çökmüş bir iddianameye karşın artık gülemediğimiz trajikomik gazetecilik sorularından, niyeti belli niyet okuma çabalarını izlemekten, birbirinin aynısı mütalaa dinlemekten, acaba ülke konjonktürü aralarından kaçının bırakılması için uygun diye hesap etmekten, en azından yüzlerini görelim, el sallayalım diye Çağlayan güvenlik görevlileriyle pazarlık etmekten, içeri girebilmek için ezilmekten, içerideki arkadaşlarımız için endişe etmekten yorulduk. En büyük motivasyonumuz mücadele ettiklerimizin gazeteciliklerine, mesleki titizliklerine duyduğumuz güven, en büyük gururumuz dayanışma içinde bitmeyen enerjimiz.Yalan haberi elinde patlayan, meslektaşlarını hedef gösteren gazeteciler gibi 10 sene sonra utanç duymayacağız hiçbirimiz.

Operasyonlarınız başarısız, iddianameleriniz delilsiz, yarın hepsi için AİHM’den tazminat kararları çıkacak, “neyse parası”veremeyeceksiniz de artık, anladığım kadarıyla para bitti, aslında deniz bitti… Bırakın artık insanlar sevdiklerine kavuşsun, işlerinin başına dönsün.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...