12 Ekim 2017 00:55

Savaş marşlarının çağırdığı yıkım

Savaş marşlarının çağırdığı yıkım

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sermaye gazeteleri savaş bültenlerine dönüştürüldü. Sınırda “marşlar söylenip kahramanlık türküleri okunuyor”. AKP Genel Başkanı Eroğan, iyi bir gelişmeyi müjdeler gibi gülümser yüz ifadesiyle “Fırat Kalkanı Harekâtı”yla bir alan sağlandığını, şimdi bunu genişletmek üzere hareket edileceğini, “ÖSO’nun sahada savaştığını ve harekâtın sürdürüleceğini” açıklıyor. Tank birlikleri İdlib’e girip ÖSO ile birlikte Suriye’de Nusra ve diğer iş birlikçi çetelere “karşı savaşacak!” Asıl dert ise, “Terör koridoruna izin vermemek!” Kürtlerin “sınırötesi” yaşam alanları böyle tanımlanıyor ve “İkinci İsrail”-“İkinci Kobane” ile adresleniyor. Erdoğan iktidarının günlük basın bülteni işlevini üstlenmiş çok sayıdaki gazeteden biri olan “Yeni Şafak”ın yayın yönetmeni İ. Karagül, “Ne yani Afrin’de değil Anadolu’da mı savaşalım?” diye soruyor!(06 Ekim 2017). Bahçeli ise, Kürtlere karşı savaşı çoktan başlattı. Harekâtın genişletilmesini ve Musul ve Kerkük’ün alınmasını istiyor. Kendisinin açıklamasına göre 5 bin, gençlik kolları yöneticisinin açıklamasına göre 500 bin cengâver saldırı ve istila için hazır kuvvet bekliyor! Türkiye’nin dünya orduları arasında sayısal olarak en kalabalıklardan biri olmasıyla ünlü ordusunun bu türden “gurka birlikleri”nin yardımına ihtiyaç duyup duymadığını elbette bilemeyiz! Ancak, “birleşik” militer güçlerin içeride ve dışarıda savaş düzenine sokulduğu, zihin cimnastiği yapılmasını gereksiz kılacak şekilde açıktır. Günlük yaşamda örnekleri son yıllar ve aylarda daha da yoğunluk gösteren “uzun namlulu silah taşıyan vatandaşların sokak ortalarında gizli-açık infazlara girişmeleri”ndeki yaygınlık, toplumun da farklı kaygılarla şiddet araçlarına daha çok eğilim gösterdiğine kanıt sayılabilir. Anlaşılan ortam bu denli gerginleştirilirken, resmi silahlı güçlerin, polis birliklerinin sayısal büyüklüğüne rağmen, 300 bin kişilik özel güvenlik kuvetlerine, saray milis ve muhafız gücüne, SADAT türünden gizli militarist örgütlenmelere ihtiyaç gösteren siyasal iktidar anlayışı ve biçimi, kitlelerde de güvensizliği körüklemiş, savaş ve silahlanma ihtiyacı üzerine iktidar sözcülerinin yoğunlaştırdıkları söylemin etkisi, keskin toplumsal çelişkileriyle karakterize toplumumuzda dalga dalga yayılmaya başlamıştır. Taşıt vergisini yüzde 40 artıran ve çeşitli diğer tüketim maddelerine zam yapan iktidarın sorumlularıyla televizyon-gazete sözcülerinin, yurttaşları bunu kabullenmeye çağırırken, “silahlanma ihtiyacı ve vatan savunması” gerekçesine sığınmaları dahi tek başına bu yöndeki eğilime hız katacaktır.

Ülkeyi ve bölgeyi şiddet sarmalıyla boğmaya aday çeteleri besleyip ardından aralarında çıkan çelişkiye bağlı olarak onlardan bir kısmını (IŞİD gibi) karşıya alıp yine diğerleriyle birlikte Kürtlere karşı savaş manevralarını “bölge, ülke ve millet çıkarı” olarak gösteren bu “hükümet etme” politikası ikili işlev görmektedir: Bölgede yayılmacılık ve içerde Kürtleri “bir kez daha başkaldıramayacak şekilde güçten düşürme” hedefli militarist bastırmacılık. Suriye ve Irak’taki savaş durumunun bunun için kullanıldığı artık aleni hale gelmiştir. Resmi ve yandaş propaganda tümüyle militaristleşmiştir ve  Kürtlerin ulusal hak eşitliği taleplerini “ABD-İsrail projesi” olarak göstermektedir. Irak Kürdistanı’ndaki “Bağımsızlık Referandumu”nu, “Yeni bir İsrail’in kuruluşu”nun adımı olarak gösteren bu propagandaya göre, Kürtler, “etnik milliyetçilik” yapmakta, emperaylistlere alet olarak bölge ülkelerinin bölünmesine hizmet etmektedirler! Karagül’ün tercümesiyle “ülkelerimize ve insanlarımıza tamamen yabancı bir düşman kuşak inşa edilmekte”dir! 

Bu söylem, bu propaganda, Türkiye ve bölge ülkeleri halklarını birbirleriyle düşmanlaştırmaya hizmet ediyor, borazanları giderek daha güçlü çalan savaş koşullarının halklar tarafından kabullenilmesini amaçlıyor. Gizlenen ise, emperyalistlerle işbirlikçilerinin enerji kaynakları, akar sular, kara, deniz ve hava ticaret ve ulaşım yollarının denetimi ve işgallerle yıkıma uğratılmış ülkelerin toprakları üzerinde güç olma hedefli politikalarıdır. Savaş politikalarının bu biçimde tırmandırılmasının bölge halkları için yıkım getireceği ise, kanıt istemez şekilde nettir. Öyleyse bu politikaları savaş marşları ve “kahramanlık türküleri”yle karşılamak, eninde sonunda kendi yıkımı, açlığı, işsizliği, yoksulluğu ve yoksunluğuna götürecek; kardeş halklarla düşmanlaşmayı körükleyecek, ve sonuçta da kazananının günümüz gerçekliğinde emperyalistler olmasının güçlü bir olasılık olduğu bir savaşa kurban olmayı kabullenmek olacaktır. Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin çıkarı bu politikanın reddindedir. Savaş söyleminin “vatan-millet bekaası”yla gerekçelendirilmesi, içerde iktidar etrafında yığınsal seferberlikle şovenizmi güçlendirip iktisadi-sosyal ve politik taleplerle ileri çıkabilecek kesimlerin önünü kesmek bu politik hamlelerin önemli bir nedenini oluşturuyor. Kürt karşıtlığı üzerinden yayılmacılığa gerekçe yaratmak, bunu da savaş manzaralarıyla pekiştirmek, tehlikesi büyük, yıkıcılığı derin ve riyakarlığı gizlenmiş manevralarla kitle desteği sağlayıp yol almak bu politikanın özelliğidir. Savaşa ve başka ülkelerin topraklarında askeri harekâtlara kitle desteğini istemek, içinde bulunulan koşullarla birlikte dikkate alındığında Kürt-Türk, Türk-Arap, Arap-Kürt çatışmalarını körüklemek demektir.Türkiye’nin işgal edilmekte olduğu sanısı yaratmak yayılmacı politikanın örtüsü riyakarlığı haklı göstermeye yöneliktir. Kürt düşmanlığı oysa Türk işçi ve emekçilerine bir şey kazandırmaz. Aksine sermaye ve burjuva iktidarına karşı emekçi birliğini dinamitler. Buna izin vermek, kendine karşı örülen tuzakları takviye etmek, sınıf düşmanının barikatlarını sağlamlaştırmak olacaktır. Bu tehlike görülmeli ve halkların kardeşliğini, birliğini, dostluğunu eşit haklara sahip olarak bir arada yaşama istekleri ve olanaklarını dinamitleyen bu politikayı etkisiz kılmak için çaba gösterilmelidir. Halkların yararına olacak olan bu tutumdur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa