01 Ekim 2017 00:15

Kürdün Meyhanesi'nde beş parasız

Kürdün Meyhanesi'nde beş parasız

Fotoğraf: Envato

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ

Kürdün Meyhanesi’nde üçü aynı masadaydı: Orhan Veli, Fahir Aksoy ve parasızlık.

Yaprak dergisini yeni çıkarmaya başlamıştı Garipçiler. Arada Nahit Hanım’ın çaktırmadan ya da alenen yardımları oluyordu ama, parasızlık eskimeyen bir kardeşlikle yanından ayrılmıyordu Orhan Veli’nin. Ankara meteliğe kurşun atmak için ne güzel bir gerekçe. Büyük Postane’de dergi adına bir posta kutusu kiralamıştı şair. Arada yokluyor gelen yazı ve şiirlere göz atıyor, para gönderen de olmuş mu diye içten içe umutlanıyordu. 

Gazeteci Fahir Aksoy ile Kürdün Meyhanesi’ne tüneyip sirkeden hallice şaraplarını içiyorlardı. Meze desen leblebi ile bayırturpundan ibaretti masalarında. Sinirleri gergindi ikisinin de, çünkü ceplerinde para yoktu ve meyhaneciyle araları açık olduğundan “Sonra veririz” diyemeyeceklerini biliyorlardı. Züğürt olduklarını sezmiş gibi garsonlar burunlarının ucuyla dolduruyordu biten kadehlerini. Orhan Veli para gelmiş mi diye posta kutusuna gidip bakıyor her defasında elleri boş dönüyordu meyhaneye. Arada masaya gelen yancılar birkaç tek atınca hesap kabarıyor, iki arkadaşın sağı solu telefonla araması da sonuç vermiyordu.

Çare yok, meyhane kapanana kadar siftinecek, parası olan bir tanıdık gelir diye bekleyeceklerdi.

Masalarına gelen adam iyiden iyiye tetikledi endişeyi. Erzurum’dan gelen bir ozandı ve Orhan Veli’yle şiir üzerine konuşmak istiyordu. Polis sandılar önce. Birçok polis benzer biçimde masalarına sokulmuş, yedirip içirmişti. Sarhoş olduktan sonra polis olduğunu itiraf edenler de çıkmıştı içlerinden; ısmarladıkları içkilerin parasını tahsisattan ödediklerini söylemiş olanlar vardı. Tecrübe etmişlerdi ve kendini “Erzurumlu ozan” diye tanıtan kişinin siyasi şube komiser yardımcılarından biri olduğunu düşünüyorlardı. 

Masanın yoksulluğunu farkeden Erzurumlu ozan yeni içkiler ve mezeler ısmarladı. Fahir Aksoy işkilliydi; Orhan Veli durumdan o kadar sıkılmış, şiir üzerine konuşacak olmaktan o kadar bıkmıştı ki, sesini çıkaramıyordu. Hece ve aruz vezniyle yazılan şiiri yere göğe koyamayan masanın yeni konuğu ölçüsüz şiirin ucuzluğundan bahsediyordu. Nezaketle durumu idare eden şair kısa ve net yanıtlar veriyordu konuğa: “Görüş meselesi beyefendi.” Aldığı yanıtlar karşısında öfke çizgisini biraz daha yukarılara taşıyordu hececi ozan: “Yanıtınız kaçamaklı Orhan Bey. Doğrusu bunu size yakıştıramadım.” İdareyi elden bırakmamaya çalışsa da topa girmiyordu Orhan Veli.

Zaman ilerledikçe yeni şişeler açılıyor; koç yumurtaları, piyazlar sağanak gibi gidip geliyordu masaya. Erzurumlu ozan kafayı buldukça açılıyor, konuştukça samimiyetin sınırlarını kaçırıyordu. Olmuştu. Mezeleri çatalda tutamadığı gibi, masaya dökülenleri tırtıklıyordu. Açık konuşmaktan bahsettikçe Fahir Aksoy yediğine içtiğine pişman gözlerle bakıyordu tavana. Orhan Veli sükunetini koruyordu her şeye rağmen. 
Aldı sazı eline Erzurumlu ozan ve bakalım ne dedi:

“Sen ve arkadaşlarınız o güzelim Türk şiirini mahfettiniz. Nurullah Ataç denilen o deli sizi bir matahmışsınız gibi öne sürdü. Bu kof ününüzün çok süreceğini sanmayın. Gerçek çok kısa zamanda aydınlanacak, dejenere ettiğiniz şiirin yıkıntıları altında harap olacaksınız. Bu aslında ölçülü şiir bilmemenizin sonucudur. Bilgisizliğinizi örtbas edebilmek için Fransız şiirinin gölgesine sindiniz ve böylecek kendinizi bu ülkeye yutturdunuz.”1 Fahir Aksoy adamı yakasından tutup dışarı atmak istiyordu ama masanın altından ayağıyla dürtüklüyordu Orhan Veli. Aruzla yazdığı şiiri okumak istedi konuk ozan. Okuduğu şiirin ölçüsünü Orhan Veli’nin bilmeyeceğine o kadar emindi ki, onun cahilliğini yüzüne vurmanın erincini yaşayacaktı birazdan. Nihayet otuz dizeden oluşan şiirini okumaya başladı. Kürdün Meyhanesi’ndeki herkes nefesini tutup bu berbat şiiri dinliyordu. Okudukça coşuyordu ozan.

“Şiirinizin 4, 9, 17, 23 ve 30. dizelerinde ölçü kusuru var beyefendi,” dedi şiirini biteren ozana Orhan Veli.

Ozan ikna olmadı. Şiirindeki ölçünün kusursuz olduğuna, Orhan Veli’nin ölçülü şiirden anlamadığına o kadar emindi ki, bunu kendine ve yazdıklarına konduramadı. İyiden iyiye saldırganlaştı. İtirafa zorladı şairi, “Söyle bakalım, bilmiyorum, de. Doğruyu söylemek ayıp değil. Ayıp olan yalan söylemek.”

Orhan Veli’nin ölçülü şiiri “Biliyorum” demesi yetmedi, açıklama istedi Erzurumlu ozan. Kül yutmayacağını haykırıyordu.

“Peki efendim, söyleyeyim. Kullandığınız ölçü ‘failatün/ failatün/ failün’dür. Yalnız dediğim gibi, beş kusur var şiirinizde.”

Kürdün Meyhanesi’nde gülüşme ve alay göğe yükseldikçe rengi değişiyor, mora kesiyordu Erzurumlu ozan.

Kağıt kalem geldi, şiir yazıldı. Onbeş dakika sonra ozanın ölçülü şiirindeki hatalar gün yüzüne çıktı bir bir. Hüngür hüngür ağlamaya başladı ozan. Kendinin bir şey bilmediğine yanıp gözyaşlarını siliyordu. 

Meyhanedekiler el birliğiyle yatıştırdı konuğu. Ortalık sakinledi.

İlerleyen vaktin sonunda hesabı istediler. İki ayrı hesap pusulası geldi masaya. Bizimkiler para bulamamıştı hâlâ. Orhan Veli’nin elindeki hesap pusulasını kaptı konuk ozan. “Sizi çok yordum, size haksızlık ettim. Hesabı bana bağışlayın, çok rica ederim,” dedi.

1 Fahir Aksoy, Kürdün Meyhanesi, Can Yayınları, 2. Basım 2000, sayfa 50.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...