28 Eylül 2017 00:15

Referandum karşıtlarının açmazı

Referandum karşıtlarının açmazı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Irak Kürdistan bölgesinde yapılan Bağımsızlık referandumuna katılan Kürtlerin tamamına yakını (ilk sonuçlara göre yüzde 92 civarında) bağımsız yaşama yönünde irade beyanında bulundu. Bu sonuç beklenmeyen ya da beklenemeyen bir durum değildi. Kürt sorunuyla yüzyılı aşkın süredir yüzyüze olan ve sorunun ulusal tam hak eşitliği temelinde çözümünü reddeden bölge devletleri referandumu ve sonucunu tanımadıklarını ilan ederek askeri hareketliliğe hız verdiler. Türkiye, İran ve Irak “merkezi yönetimi”, askeri güç kulanımıyla Irak Kürtlerinin iradesini ezme tehdidinde bulundular ve bu tehdit yönünde kararlar açıklayarak ordu birliklerini harekete geçirdiler. Erdoğan ve iktidarının sözcüleriyle MHP’nin savaş komutanı Bahçeli, yanına CHP’nin Öztürk Yılmaz’ı gibi, Kürt denince gözleri şovenizmin ateşiyle parlayan temsilcileri, bu sonucu “gayrımeşru ve yok hükmünde” ilan ettiler. Erdoğan, her zaman ki aşağılayıcı uslübuyla “Bir gece ansızın gelebiliriz!” açıklamasında bulundu. Yani tehdidin bini bir para!

Haber ajansları Irak Kürdistanı’nda 5 milyon 200 bin seçmenin oy kullandığını; yüzde doksanın üzerindeki kesiminin bağımsızlığa evet dediğini açıkladılar. Türkiye yönetimi bunu “yok hükmünde!” gösteriyor ve kendi devlet sınırları dışındaki bir bölgede yapılan referandum ve sonuçlarına karşı güç kullanımı tehdidinde bulunuyor. Bunun yolunu açmak için Irak ordusuyla ortak tatbikat yapıp, olabilirse eğer bir müdahale olanağı yaratarak meşru ve demokratik bir hakkı ve kullanımını engellemeye çalışıyor. Soruna Erdoğan iktidarı ve Türk burjuva politikasının karşı çıkış gerekçeleri açısından bakıldığında, Türk yönetiminin devlet eğemenliği “gereği” sayabileceği en küçük bir haklılığı bulunmuyor. Irak Kürdistan’ı Türkiye’nin bir eyaleti ya da vilayeti değil. Kürtlerin ya da başkaca bir ulusal kesimin Türkiye’nin sınırları ötesindeki bir alanda nasıl yaşayacağına kendilerinin karar vermeleri herhanği bir başka güce müdahale hakkı vermez, vermiyor. Kürtlerin sözkonusu irade belirlemesini Türk iktidarının zor kullanarak engelleme hakkı da bulunmuyor. Öyleyse Erdoğan-AKP iktidarının Kürt referandumunu “gayrı meşru“ gösterme ve “Bir gece ansızın gelebiliriz!“ tehdidinin en küçük bir haklılığı yoktur. Buna rağmen askeri bir saldırı olursa, bunun da adı işgal olacaktır. 

Devlet sözcüleriyle televizyon kanallarında paslaşan yönlendirilmiş ve iliştirilmiş şovenist propagandacılar, “Türkiyenin müdahale hakkı”ndan sözederlerken, hakim ulus burjuvazisinin yüz yıllık egemenlik politikasını savunuyor ve Kürtlerden-yaşadıkları yer neresi olursa olsun bu politikaya biat etmelerini istiyorlar. Kürtler eğer eşit ulusal haklar talebinde bulunmaz ve Türk devletinin “Türkçü tek ulus“ politikasına itiraz etmezlerse “Bin yıllık kardeşlik“ hakkı “kutsal“lığını sürdürecektir. Yok eğer, “biz ayrı bir ulusuz, bizim de ulusal varlığımızla bağlı çeşitli özelliklerimiz bulunuyor; baskı olmaksızın ve eşit haklara sahip olarak yaşamak istiyoruz; bu olduktan sonra birlikte ya da ayrı olmanın fazla bir anlamı kalmaz” diyorlarsa-ki diyorlar- o zaman Kürtler başlarına gelecekleri hak ederler! Egemen mantık ve politikanın vaaz ettiği budur.
Peki bu politika, bu mantıksızlık mantığı tuttu mu? Kürtler örneğin asimilasyoncu eğitimle, yürürlükteki propaganda bombardımanıyla, ulusal haklarından sözettiklerinde başlarına yağan bomba, kurşun ve kentlerinin yıkımıyla, sürgünler ve öldürmelerle Kürtlüklerinden vazgeçirilebildiler mi? HAYIR! Sorun daha yoğun biçimde, daha fazla yıkıcılığa yol açarak, üstüne üstlük emperyalist büyük güçlerin müdahalelerine daha açık hale gelerek ve baskıyla sorunu ortadan kaldıracaklarını hayal edenlerin açmazını daha da derinleştirerek gündemde olmaya devam ediyor. Hem de tüm zamanların en belirgin ve “birleşmişliği”yle! Kürtler artık aşiret topluluklarından ibaret değillerdir. Aralarındaki çelişkiler ulusal hakları için mücadelelerini ortadan kaldırmıyor. Kapitalizm, Kürtlerin de bir ulus olarak “irade beyanında bulunmalarını” olanaklı kılıyor. Egemen burjuva şoven ve faşist propagandanın inkarına rağmen miyonlarca Kürt aynı doğrultuda hareket edebiliyor ve ulusal haklarda eşitlik istiyoruz diyor. Bu talebin reddi politikasında ısrar edildikçe sorunun daha da ağırlaştığıysa, ülkemizde ya da bölgemizde yaşayan ve yaşanmakta olanları görmezden gelmeyen herkes için oldukça nettir.

Kürtlerin ulusal istemlerini ve bu doğrultudaki mücadeleyi İsrail’in, ABD ve Rusya’nın, Batılı öteki emperyalistlerin politikalarıyla, onların yararlanma, kullanma ve istismar manevralarıyla ilişkilendirmeye çalışanlar iki kez suç işliyorlar. İlkin, sorunun çözümsüzlüğünde ısrarın bu istismar ve yararlanma olanaklarına yol açtığını gizledikleri, ikinci olarak da işbirlikçiliğin Türk tekelci sermayesi ve politik-askeri yönetimin asli özelliği olduğunu; ülkenin ve bölgenin emperyalistlerin kullanımına açık hale getirilmesinde bu işbirlikçiliğin onlarca yıldır sağladığı olanakları gizledikleri için. İşbirlikçilik kuşkusuz halkların aleyhinedir ve lanetlidir. Ama kendi işbirlikçisinin yanında konumlanıp başkalarını işbirlikçilikle suçlamak da en az o kadar onursuz bir davranıştır. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...