31 Ağustos 2017 01:00

Saldırganlığın zirvesinde güçsüzlüğünü görmenin ruh hali!

Saldırganlığın zirvesinde güçsüzlüğünü görmenin ruh hali!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tayyip Erdoğan’ın “cesurane” açıklamaları olmasa, kimi liberal yazarlarla kimi “solcu”ları, onun devleti kendi partisinin ve adıyla özdeşleştirdiği “Beştepe”deki “Başkanlık Sarayı”nın hükmü altına aldığına inandırmak hayli güç olacağa benziyor. Bereket ki, açıklama üstüne açıklama yapıyor; devletin tüm kurumlarıyla bağlı dairelerini oluşturduğu “Beştepe Konseyi” aracıyla yönettiğini “devlet başkanı” sıfatıyla ilan ediyor! Ordu üst yönetimini yeniden oluştururken, polis teşkilatını “dibine kadar” değiştirirken, MİT ve Özel Güvenlik Kuvvetleri’nin askeri ve polisiye birliklerini kendisine bağlarken, bunlar  “Devlet Başkanına bağlı olmayacak ta kime bağlı olacak?” anlayışıyla istihbari ve operasyonal harekâtların yönetim merkezinin kendisinde birleştirildiğini, gururlanarak açıklıyor. Sadece devlet yönetim aygıtında geçerli olmak üzere değil, yurttaş yaşamının yeniden dizayn edilerek yeniden şekillendirilmesi için birbiri ardına ilan edilen KHK’lerle eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime, barınma koşullarından “soy-sop çoğalması ve yetiştirilmesi”ne her alanda “Türk-İslam”laştırma,  “gırla gidiyor”! 

Sözkonusu olan, toplumsal sınıflar arası mücadele ve bu sınıfların çıkarlarından yana temsiliyet iddiasındaki siyasal güçler arası çelişki ve ideolojik-politik mücadeleydi, ve bu mücadelede hakim konumda olan büyük sermaye gücünün askeri-polisiye kuvvetlerini sürekli takviye ile halk kitlelerinden gelebilecek herhangi ciddi boyutlu bir kalkışmayı ezmeye göz dikmesi, tarihin günümüze bıraktığı mirastan çıkarılan bir dersti. Milyonluk orduya, beş yüz bin civarındaki polis gücüne, üç yüz bin kişilik parti-güvenlik kuvvetleri eklenmesi yetmemiş olacak ki, bizzat “Reis Başkan” tarafından 20 bin oldukları açıklanıp sayısal olarak artırılacak “gece kartalları” da eklendi. Devletin asıl vurucu güçlerinin bu yeniden dizayn ve takviyeyle, ve asıl olarak da parti militanlığı-parti devleti ve “tek adam”a bağlılık kriterlerince oluşturulup “Ecdat geleneği”ni diriltmek üzere Malazgirt’ten 15 Temmuz’a uzandığı söylenen “geleneği” sürdürmeye ayarlanması, ülke nüfusunun büyük çoğunluğu için, yeni badireleri, yeni baskı çemberini, yeni yalnızlaştırma ve susturma operasyonlarını işaret etmektedir. Bu işaretlerden biri daha, “Başkan” tarafından birkaç gün önce, “Bu komünistler var ya bu komünistler, hiçbir şeyi beğenmiyor, istemezük diyorlar!” mealindeki sözleriyle verilmiş oldu. Gerçi ondan önce, “Türk-İslam” Kızılelmasının şimdilerdeki en etkin teorisyeni unvanına sahip ve eski kontra sürdürücüsü biri, Aydınlık gazetesindeki köşesinde CHP dahil, ve HDP “zaten kaçınılmazlıkla”; onları bir biçimde destekleyenlerle ittifaktan söz eden “bilimum sol”u da dolaylı olarak “ABD’nin kara gücü” ilan ederek vermişti. Ona göre, Erdoğan-AKP iktidarına karşı mücadele edenlerin hepsi “devlete karşı birleştikleri” için, imhayı hak etmişlerdi! Yani söz konusu olan imha, saldırı, gözaltı, tutuklama ise, “boş geçirilen bir gün” dahi olmayacaktır!

Bundandır ki, neredeyse her gün, askeri politik alandaki hamlelere ve onları güçlendirmek ve kitle desteğini oluşturup birarada tutmak üzere ideolojik- kültürel alandakilere yenileri ekleniyor. 26 Ağustos günü bunlara “hipnoz etkisi” olacağı varsayımıyla bir yenisi daha eklendi. “Artık her yıl kutlanacağı” ilan edilen ve ilki, “okçubaşı Şehzade Bilal” başkanlığında tertiplenen “Anadoluyu Türk-İslam yapma” seferberliğinin 1071’den sonraki “en muhteşem gösterisi”yle hile ve anlaşmayla topraklarından geçilmiş ve kendine katılmış Kürtler’e, Kürt olmadıkları yeniden anımsatıldı ve ulusal-siyasal hak eşitliği talebine karşı gürleyen top, tank ve güdümlü bombalar eşliğinde, “Tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak”ın yıldızı Malazgirt’te yeniden göndere çekildi. Karşı çıkacak olan ise, bundan böyle “ya düşman” olarak anılacaktır ya da “FETÖ’cü ajan!”

Ama şimdi devir bir farklı devirdir; Selçuklu Sultanı Aparslan’a yol açıp Bizans kuvvetlerine saldırma olanağı tanıyan Kürt mollalarının benzerleri varsayılmakla birlikte, feodal kapalı ekonomi ve beylikler devri son bulmuş, kendi kendilerini yöneterek halktan aldıkları haraç ve vergilerle hem kendilerini hem de savaşta padişah askerlerini besleyen Kürt beyleri dönemi geride kalmış, Kanuni’den beri ve 1924’lere dek Kürdistan olarak ifade edilmesinde sakınca görülmeyen topraklarında kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ulusal hak talebiyle ayağa kalkmış Kürtlerin devridir. Öylesine farklı bir devirdir ki bu, Irak’ta federe bir devlet kurmuş olan Kürtlerin atacağı adımlarla Suriye’de “Özerklik kurmuş” olanlarının, Türkiye’dekilerle kendilerini aynı ulustan sayma yönündeki “bilinç” ve pratikleri de evrilmiş ve ikide bir “kırmızı çizgi” ilanıyla Erdoğan-AKP iktidarının Malazgirt’te estirdiği “Türk-İslam rüzgarı”nın yönünü tersine çevirecek nesnel ve öznel durumlar ortaya çıkmıştır. Bu öylesine ters ve yanlış politik-kültürel ve askeri bir tutumdur ki, oturtulduğu iki en önemli ayaktan birini, “Kürt Devleti’nin kurulmasını önlemek”; ötekini, işçi-emekçi kitleleriyle onların taleplerini savunup çıkarları için mücadele edenleri “düşman” görme tutumu oluşturuyor. Bir yanı yayılmacılığı ve ilhakçılığı, diğer yanını ülke nüfusunun bölünmesi temelinde ekonomik-politik ve sosyal talepleri için çeşitli mücadele biçimlerine baş vuran büyük bir kesimin “düşman” ve “terörist” sayılması oluşturuyor.

Tam da bundandır ki, Erdoğan iktidarı, cunta yönetimleriyle kıyaslanan baskı politikalarına ve devlet yönetimini -muhtarlık istihbarat örgütü dahil olmak üzere  bütün kurumlarıyla ele geçirmiş olmasına karşın, kendisini güvencede görmemekte ve sürekli olarak-bu açıdan bakıldığında yeniden inşa süreci bu iktidar halk tarafından yenilgiye uğratılmadan bitmez-yeni saldırı hamlelerine girişmektedir. Güvensizliği, haksızlığının yanısıra, muhaliflere saldırganlığının yarattığı tepki birikimiyle, halk kitlelerinin iş, ekmek ve barış taleplerini silahla, işsizlikle ve savaş politikalarıyla karşılamasının yarattığı kitlesel güvensizlikle bağlı olduğu gibi, kendi iç huzursuzluğu ve rant paylaşım kavgalarının yol açtığı yıpranmalarla, Perinçekci Ergenekon-Balyoz; Ağarcı kontrgerilla güçleriyle ittifakının sağlam olmayışıyla ve MHP gibi “koltuk değneği”nin kırılmaya mahkumiyetiyle de dolaysızca bağlıdır. Şimdilerde sessizlik gibi görünenin nasıl fırtınalara yol açacağı da belirsizdir. Toplumun tüm sınıf ve kesimlerinde muazzam bir gerginlik yaratarak oluşturduğu korku, tedirginlik ve “ne olacağının belirsizliği” duygusuyla yol almak kolay değildir. Hiç kimse için, yarının ne olacağının belirsizlik gösterdiği zamanlar, en tehlikeli zamanlardır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...