30 Ağustos 2017 01:00

Diyarbakır notları

Diyarbakır notları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ağustosun yirmi ikisinden itibaren beş gün boyunca Diyarbakır’daydım. 1990’ların ilk yarısından itibaren ara ara gittiğim Diyarbakır’da dönemin özelliklerini anlamak için kurum temsilcileri ve gazetecilerle konuşmanın ötesinde, gündelik hayatın ilişkileri içinde tek tek insanlarla sohbet etmek kenti daha yakından hissetmek açısından son derece önemli oluyor benim için.

Hiçbir kanaat önderi, bir kente, mekana, tarihin içindeki insana dair kanaati tüm özellikleriyle veremiyor. Bir kenti, çeşitli özneleriyle kendisinden dinlemek en iyisi.

Yıkımların devam ettiği Diyarbakır’ın binlerce yıllık bir tarihe sahip ilçesi Sur’da, bayram arifesi büyük acılar yaşanıyor. Alipaşa Mahallesi’nin henüz yıkılmamış olan az sayıda evin kaldığı kısmının polis bariyerleriyle çevrildiği günün sabahı, mahallede konuştuğumuz insanlar, kendilerini İsrail’in zulmü altındaki Filistinlilere benzetiyordu. İş makinelerinin evlerini yıkmak için beklediği saatlerde “Türk kanalları nerede, neden gelmiyorlar?” diyenlere rastladık. 

Sur ile ilgili şu ana kadar görebildiğim en kapsamlı araştırmayı Uluslararası Af Örgütü yaptı. Bu araştırma sonucu oluşturulan rapora ve Sur’a dair gözlemlerine dair, bu araştırma için bir yıl boyunca defalarca Diyarbakır’a giden Andrew Gardner ile konuşmuş, araştırmanın geneline dair Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser’in de görüşüne başvurmuştum. Şu anda cezaevinde bulunan İdil Eser, “Sur’da hayatları altüst olan 40 bin kişiden bahsediyoruz” demiş ve eklemişti: “Bu raporu okuyan herkesin empati kurmasını isterdim.”

Bu “empati” sözcüğüne, bu yaşananların faillerinin yanıtı Uluslararası Af Örgütünü cezalandırmak oldu. ‘Büyükada olayı’ tam da bu nedenle, polis fezlekeleriyle değil, Sur ve benzeri konularda hak savunucularının yaptıkları çalışmalara bakarak doğru açıklanabilir, okunabilir.

Sur’a ve halkına yaşatılanları düşünürken, 31 Mart 2016 günü sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından ilk giren gazeteciler içinde yer aldığım İdil’i ve orada gördüğüm bir duvar yazısını hatırladım: “Bu size ders olsun İdil”.

Sur, Cizre ile birlikte bu sürecin ağır sonuçlarından birini yaşadı.

Bir cezalandırma anlayışı ile harmanlanan ‘kentsel dönüşüm’ projelerinin, ağır bir kentsel yıkımdan başka bir şey olmadığını gösteren bir tablo şu anda Sur’da yaşanmaya devam ediyor.

Diyarbakır’da bulunduğum süre içinde, bu tabloyu ve bölgedeki benzer gelişmeleri gün gün haberleştiren dihaber, Gazete Şûjin ve Rojeva Medya 693 sayılı KHK ile kapatıldı. Kapatılma gününün sabahı, kapatılan kurumlarda çalışan meslektaşlarımızla birlikteydik. Yola devam etme kararlılıklarını ifade eden meslektaşlarımız, fotoğraf makineleri ve kameralarıyla Diyarbakır sokaklarındaki tanıklıklarına devam ettiler. Tahmin edileceği gibi, hiç ara vermeden. 

Bu arada, bölgede sürekli baskılarla yüz yüze görev yapan gazetecilerde yaşadıklarından hareketle ‘Biz kendi yaramızı sararız’ duygusunu da görebiliyoruz. Ülkenin batısındaki gazetecilerin ve mesleki inisiyatiflerin gösterdikleri dayanışmaya büyük değer vermekle birlikte çoğu zaman bölgede bu ağır yükü kendi başlarına omuzlamak durumunda olmanın yol açtığı çok anlaşılabilir bir duygu hali bu. Elbette, ülkenin batısında görev yapan gazeteciler olarak bizlerin de buradan çıkaracağı sonuçlar olmalı.

Diyarbakır’da sohbet ettiğim isimlerden biri de, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici’ydi. Bilici, bölgedeki ihlallere ve yaşanılanlara dair konuşurken, OHAL’in gündelik hayata yansıma biçimleri açısından ülkenin batısı ile Diyarbakır ve genel olarak bölge illeri arasındaki farklara işaret etti. Basın üzerindeki baskılar ve KHK’lerle gerçekleştirilen ihraçlar bakımından OHAL sürecinin ülkenin bütününde hissedilebilen ortak özellikleri olsa da, OHAL’e dayalı baskı politikalarının gündelik hayat içindeki yansımaları açısından Bilici’nin sözlerini test etmek için Diyarbakır’da birkaç gün geçirmeniz bile yeterli.

Belediyelere atanan kayyımlar, yaşanan ihraç, sürgün ve yıkımlar karşısında Diyarbakır’da biriken öfke kendisini bu aralar pek fazla sokakta ifade etmese de iktidara dair söylemlerde kendisine her daim hissettiriyor.  

Bu gidişimde Diyarbakır’ı dolaşırken, şurası Kürt Bilgesi Gazeteci Musa Anter’in, burası Şair ve Gerçek Dergisinin Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı’nın, şurası da Özgür Gündem Diyarbakır Muhabiri Hafız Akdemir’in katledildiği yer diye düşündüğüm anlar oldu. 

Kentin şu an yaşadıkları, insanın zihninde kentin geçmişini de bugüne çağırıyor.

Ama şunu da biliyoruz ki, Musa Anter’in, Namık Tarancı’nın, Hafız Akdemir’in gazeteciliği bugün Diyarbakır sokaklarında her türlü baskıya rağmen, yani ‘sanık’ olmayı da göze alarak tanıklık yapmaya devam ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...