‘Prangalı meseleler’ meselesi (3)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Şu bizim güzelim memleketimizde, gülü, bülbülü bol cennet ülkemizde milletçe hep beraber yaşayıp giderken, arada bir şu ya da bu nedenlerle işlerimiz terso gittiğinde, sorunlarımızı çözmek, “meseleler” zincirini kırmak için evvelemirde elimizden geleni hesapça ardımıza koymuyoruz ama elde ettiğimiz netice, ne yazık ki hep hüsran!
Kimilerine göre baklava, börek, mantı tepsisinden farksız veya içine hıyar, lahana, biber turşusu kurduğumuz Paşabahçe yapısı yeşilimsi kavanozu andıran şu garip dünyamızda; zaman tüneli boyunca hesapça “muasır medeniyet”e doğru dörtnal koşuşturup durduğumuz halde geriye dönüp baktığımızda bir arpa boyu yol almadığımızı, alamadığımızı gördükçe, bu kez de gari dilimizde pelenge dönüşmüş deyimden yola çıkıp böylece acizliğimizi ister istemez sanki farkında olmadan mı itiraf ediyoruz ne!
“Eller gider Mesin’e biz gideriz tersine!”
İstkametimiz ters, yolumuz yöntemimiz çıkmaz sokaklara sapınca, daha da doğrusu işin üstesinden gelemediğimiz gibi, keza zamanla birbirinin ardı sıra uzayıp giden, bir bakıma ayaklarımıza pranga misali dolanıp duran meselelerimizle ortalıkta dımdızlak kaldığımızda; çaresizlik, bıkkınlık, yılgınlık içinde dilimize veriyoruz: “Eller aya, biz yaya!”
Kirvem, İşin bu “aya gitmek”, Mars’ta ayran içip lahmacun yemek faslını bir kenara dehleyip, bunun yerine şu Mersin hikayemize dönersek, görünen o ki, misakımızın milli sınırları dahilindeki Ege ve güney sahillerimizdeki illerin yanı sıra, keza hem şirin, hem de liman kentimiz Mersin’e ve yanı başındaki diğer tatil yörelerimize eloğlu valizini alıp, sırt çantasını yüklenip, “Her şey dahil, ye, iç, yan gel yat” formülüyle neredeyse “üç otuz para” karşılığında keyifli bir tatil hayaliyle gelirken, buna mukabil bu ülkenin özbeöz yurttaşları olan bizler, Mersin veya civarındaki beldelerdeki kumsallarda tatil bir yana, tam aksine karın tokluğuna şurada burada kısmetimizi, günlük nafakamızı elde etmek için dün olduğu gibi bugün bu saat Adana’da, Ceyhan’da, Çukurova’nın cehennemi sıcağında pamuk tarlalarında çalışmaya gidip, çoğunlukla iş bulayıp elimiz boş döndüğümüzde, bu kez de çoluk çocuk sil baştan yola revan olup, böylece ver elini Karadeniz diyerek fındık toplayıcılığına soyunduğumuz halde yine de iki yakamız bir araya gelmediği için mi “eller Mersin’e...” tekerlemesini çar naçar dillendiriyoruz acaba?
Öyle ya da böyle, eninde sonunda eloğlunun yolu günün birinde kazara da olsa Mersin’e düşerken, bizler de özellikle bin dokuz yüz altmışlı yıllardan itibaren birer “Turist Ömer” kesilip, Mersin yerine tam aksi istikamette Alamanya diyarlarına aş, iş için “İş ve işçi bulma kurumu” kapılarında sabahın köründe kuyruklar oluştururken, diğer yandan da sağlığımızın yerinde, dişlerimizin eksiksiz, pazularımızın her türlü yükü kaldıracak kadar güçlü olduğunu sağlık kurullarının verdikleri raporlarla kanıtlayınca nasıl mutlu olamazdık ki!
Vee...gittik, sadece Alamanya değil, neredeyse Evropa ülkelerinin tümünün sokaklarını süpürdük, maden ocaklarında, fabrikalarında ekmeğimizi kazanmak için çalışıp didinip durduk...
Vee... şimdilerde, yani ol devranın değiştiği şu günlerde milletçe acaba ne hallerdeyiz, bunu da istersen daha sonra konuşalım Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30