17 Ağustos 2017 01:06

Hükümet ve sermaye ‘deprem korkusu’nu ranta çevirdi

Hükümet ve sermaye ‘deprem korkusu’nu ranta çevirdi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün 17 Ağustos 1999’daki Kuzey Marmara depreminin 19. yıl dönümü. 

17 Ağustos depreminde yakınlarını kaybedip, büyük maddi zarara uğrayan Gölcük ve Yalova gibi depremin en ağır yıkıma yol açtığı merkezlerde halk, bir yandan depremde kaybettikleri yakınlarını anarken öte yandan da Hükümetten yeni depremler için önlemler alınması taleplerini dile getiriyorlar.

Tıpkı geçen 18 yılda yaptıkları gibi!

BİLGİ Mİ, BİLGİ KİRLİLİĞİ Mİ?

17 Ağustos ’99 depremi sonrasında denebilir ki yaygınlaşan iletişim olanaklarının olağanüstü büyümüş olması ve depremin İstanbul’u da etkilemesi nedeniyle, Türkiye’nin halklarının tepesinden aşağı adeta “deprem bilgisi” aktarıldı.

TV kanalları, hangi “uzman” en spekülatif konuşursa onu da tercih ederek, jeoloji ve jeofiziğin depremle ilgili “kuramsal”, deprem mühendisliğinin pratiğe dair bilgilerini, Hükümetlerin ve yerel yönetimlerin yapması gerekenleri, depremin yarattığı sosyal ve psikolojik sorunlara kadar her alanda bir “uzmanın” bilebileceği pek çok bilgiyi yeniden yeniden gündeme getirdiler!

Her bir vatandaş, bir “deprem alimi” oldu; kahvelerde bile “fay hatlı”, “tektonik hareketler” gibi kavramların kullanıldığı tartışmalar sürdü, sürüyor. Ama bu “bilgi” neye yaradı denirse burada biraz durmak gerekiyor. Çünkü, bilgi kuramı bize; “Bilmenin egemen olmak” olduğunu söyler. Ama deprem konusunda öyle olmadı. Çünkü, bu depremin nasıl olduğu, yarattığı yıkım ve sonuçları üstüne yapılan bilgi sağanağı, bir “bilgi kirliliği etkisi” yarattı; depremin yol açtığı yıkım ve yıkımın sonuçlarına karşı mücadelede pek bir işe yaramadığı görüldü.

Ama elbette bu alanda olup bitenler “bilgi kuramı”nın yanlışlığını göstermiyor. Çünkü; kişilerin deprem konusunda bilimsel bir takım bilgilere sahip olmasının depremin yarattığı sonuçlara karşı, “kendiliğinden” bir kıymetiharbiyesinin olması beklenemez. Hani bütün İstanbul’un nüfusu deprem profesörlerinden bile oluşsa, eğer bu nüfus; toplumsal örgütlenme, dayanışma, sosyal yaşam, şehircilik ve nihayet binaların depreme dayanıklı olarak inşa edilmesi gibi konularda adımlar atmıyorsa, o “deprem profesörleri” kalabalığı depremin yaratacağı felaketlerden hiç birini önleyemez. Çünkü, deprem gibi büyük bir doğa olayı karşısında birer birer kişilerin alabilecekleri önlemler “yok” denecek kadar azdır. Başka bir söyleyişle depremin yol açacağı yıkımı asgariye indirmek ve yıkımın yol açtığı maddi ve manevi yıkımları ortadan kaldırmak ancak kamusal olarak alınacak önlemlerle (devlet ve yerel yönetimler başta olmak üzere sendikalar, dernekler, kooperatifler...gibi örgütleri vb.) mümkün olabilir.

DEPREM KORKUSU KIŞKIRTILDI

Kısacası 17 Ağustos depremi üstünden geçen 18 yıl içinde, örgütsüz olan halk yığınları öğrendiği “bilgilerin” gereğini yapamamış, medya ve şarlatan kimi “bilim insanları”nın spekülatif açıklamaları karşısında yerel olarak yapılan kimi kısmi mücadeleler dışında “paniğe” kapılmak ötesinde bir etkinlikte bulunamamıştır.

Ama bu oluşturulan spekülatif bilgi yığınından öncelikle Hükümetler ve büyük sermaye yararlanmış;

-Deprem felaketinin yarattığı maddi ve manevi yıkımın tamiri için konulduğu söylenen “geçici deprem vergisini” AKP Hükümeti 2011’den itibaren sürekli vergi haline dönüştürürken, burada biriken 60 milyar lira civarındaki fonu da hazineye aktarmıştır.

-Deprem sigortası zorunlu hale getirilerek sigorta şirketlerine yeni ve milyarlarca liralık bir rant alanı açılmıştır. 

-Hükümet ve müteahhitler el ele vererek, “kentsel dönüşüm”ü “rantsal dönüşüm”e çevirmek için; halkın insanca yaşayacak, her vatandaşın kolayca ulaşacağı, sağlıklı konut edinmesi talebi etrafındaki direncini, “deprem korkusu”nu kullanarak kırmış, halk “rantsal dönüşüm”e razı olmaya zorlanmıştır. Örneğin bir depremde en büyük yıkımın beklendiği İstanbul’da bir depremde “güvenli toplanma alanı” olarak belirlenen alanların üçte ikisi geçen yıllar içinde imara açılırken, “toplanma alanları” çevresine yerleştirilen “deprem konteynerleri” bile kaldırılmıştır.

Kısacası, “deprem bilgilendirilmesi” adı altındaki korkutma propagandasının oluşturduğu “korkuyu” kullanan, Hükümet, müteahhitler, sigorta şirketleri gibi güç odakları; halkın taleplerini istismar ederek ranta dönüştürmüşlerdir.

Bugün de Bodrum’da, Manisa’da ya da başka bir yerde  4-5 şiddetindeki depremin yarattığı endişeler bile, İstanbul’da oluşacak 7.6’lık bir depremin yaracağı facianın senaryolarıyla birleştirilip hakta korkuyu artıran bir propagandaya dönüştürülmektedir. Nitekim bir deprem konusunda önlemleri alacak en baştaki kişi olması gereken Çevre ve Şehircilik Bakanı da sadece bir depremin İstanbul’da ne kadar büyük felaketlere yol açacağı, bu konuda hiçbir önlemin alınmamış olmasından şikayet ederek (Kimi kime şikayet ediyorsa) ortalıkta dolanmaktadır.

BİLGİ HALKIN MÜCADELESİYLE BİRLEŞTİĞİNDE GÜÇ OLUYOR

Bugün 17 Ağustos depreminden beri, depreme karşı mücadelede atılan en önemli adım, yapı standartlarının depreme dayanıklı yapılar inşa etme konusunda atılan adımdır. Bu yüzden de “Bugün İstanbul, Kocaeli, Yalova ve öteki kentler depreme ne kadar hazırdır?” dersek, ne yazık ki bu soruya, “Bugün Türkiye depreme karşı 17 Ağustos’tan daha çok hazırdır” demek olanaklı değildir.

Demek ki; bugün ihtiyacımız olan, bir depremin nasıl olduğu konusunda ha bire yeni jeolojik bilgiler değildir. Tersine bugün asıl olan; kentlerimizin içinde yaşayanların insanca, can güvenliklerini garanti altına alan, sağlıklı, sosyal-kültürel bakımdan halkın ihtiyaçlarını gözetecek kentler yaratılması mücadelesidir. Bilim insanları, şehir planlamacıları, mimarlar, mühendislerin (onların örgütlerinin) bilgilerini kullanarak gidişata müdahalesi de bu halk mücadelesiyle bütünleştiği ölçüde anlamlıdır. Burada bir adım atılmadığı koşullarda deprem ve onun yol açacağı felaketler üzerine “korkutucu senaryolar”dan sadece ülkeye korku yayarak yönetmeyi marifet sanan siyaset erbabı ve müteahhitler, sigorta firmaları ve büyük sermayenin çeşitli kesimleri yararlanabilir.

Bugün de öyle oluyor. Durumu tersine döndürüp depremin muhtemel sonuçlarında asgari zararla kapatmanın yolu, pek çok talep için de söylendiği gibi, halkın sağlıklı, depreme dayanıklı, her vatandaşın edinebildiği konutlardan oluşan kentler mücadelesi etrafında birleşmesinden geçiyor. 

17 Ağustos 1999 deprem felaketinden çıkarılacak, bugün de önemli olmaya devam eden en esaslı dersi budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa