10 Ağustos 2017 01:00

Yeni devlet!

Yeni devlet!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Yeni Türkiye”, herhalde ülkenin taşı-toprağı, denizleri-karasularıyla değiştirilip yerine yeni bir başka ülke yerleştirmeyi ifade etmiyordu. Yayılmacı yeni Osmanlıcı emellerle sınır genişletme gibi bir “gizli ajanda”yı içeriyor da olsa, esas olarak, Erdoğan iktidarının tesis edildiği yeni dönemin siyasal-sosyal-kültürel, iktisadi ve askeri anlayışlarını işaret etmek üzere, “yeni bir başlangıç”a; yeni bir “kuruluşa”; yeni bir “yönelişe” vurgu içindi bu sözler. “Kalkınacak”-“büyüyecek”- “bölgenin düzenleyici gücü” konumuna yerleşecek, “kural koyucu olacak”tı! Bu hep söylendi ve bu doğrultuda girişimlerde de bulunuldu. Gücün buna yetip-yetmediği pratiğin sorunuydu ve hâlâ öyledir. Ne var ki, vazgeçilmiş değildir.

“Yeni devlet” kuruluşu ilk kez ilan edilmedi; yıllardır söyleniyor. “Yeni Türkiye” söyleminin devamıdır. Koşullarla bağlıdır; güç dengeleri sorunudur. Soru doğru sorulmalıdır: “Erdoğan’ın temsil ettiği devlet-millet ve yönetme anlayışının hakim olması için  yeni bir Türk devletinin kuruluşuna ihtiyaç var mıdır?” 

Kuşkusuz, kesin egemenliği sürdürmek için “eskisini yıkma” gibi ucube bir bağlantı kurup, sonra da “hayır canım daha onu yıkmadılar ki” diye avuntuyla gezinmek için bin dereden su taşımak mümkündür. Ancak, bir devlet zaten vardır; kuruluşunun ve yetkinleşmesinin tarihi binlerce kez yazılmıştır. Osmanlı bir kenara; JönTürkler’den beri asıl vurucu kuvvetleri ordu, teşkilatı-Mahsusa ve devamı MİT-Kontrgerilla, Jitem, Özel Kuvvetler, tahkim edilmiş halleriyle mahkemeler ve zindanlar, ve hükümet dahil üst bürokrasinin oluşturduğu bir “birleşik kaplar” sistemiyle bu devlet, kendisini ve çıkarlarını “millet” ve “vatan”la özdeş gören burjuvazinin devletidir.  Devlet sanal bir görünmezlik “ritüeli”yle korunmaya alınmak istense de hergünkü pratik içinde, tüm kurumlarıyla insanlar tarafından oluşturulup işlevli kılındığı ve sürdürüldüğü görmek, hisetmek, tanımak mümkündür. 

Toplumların “millet” olarak çıkarlardan arınmış bir bütünlük oluşturmadıkları, fabrikaların, işletmelerin, toprakların, makinaların, paranın ve bankaların sahipleriyle, çalışarak yaşamlarını sürdürmek zorunda olan ve aldıkları ücret ve maaşla kendileri ve ailelerini geçindirmeye çalışanlar şeklinde bölündüğü koşullarda, devletler birinci kesimi oluşturan büyük zenginlerin, mali kodamanlarla tekelci sermayenin çıkarlarını esas alırlar. Günümüz Türk devletine asıl karakterini veren budur. Peki T. Erdoğan yönetiminin devletin bu sınıf karakteriyle; büyük sermayenin işçi sınıfı başta olmak üzere halk kitleleri üzerindeki hakimilet aracı- baskı aygıtı olma işleviyle bir sorunu var mıdır? HAYIR! Bu alanda bir sorun yoktur. Yani devletin Erdoğan ve partisinin devleti haline getirilmesi için mevcut devletin yıkılması gerekmez.  

Öyleyse sorun nedir? Sorun devletin bu baskı makinesinin kim tarafından kullanılacağı; devlet kurumlarına kimin hakim olacağı, devlet aygıtının hangi dünya görüşü doğrultusunda işletileceğidir. Devlet kurumlarının iç çatışmasının ulaştığı silahlı aşama (darbe girişimi-bombalamalar- tasfiyeler- işkenceler- yasaların açık ihlali vb, bu hakimiyetin kimin elinde olacağıyla ilişkindir. Bu demektir ki, “yeni devlet kuruluşu”, ilkin devlete hakim olmayı gerektirir ve bu çok büyük oranda gerçekleştirilmiştir. Ordunun bazı kademeleri henüz tümüyle temizlenmemiş olsa da bütün devlet kurumları (ordu yönetimi, polis teşkilatı, gizli servisler-yargı kurumları ve üst bürokrasi) çok büyük oranda ele geçirilmiştir. Erdoğan yönetimindeki AKP’nin devletleşmesi, devletin tüm kurumlarını işletecek güce kavuşması için yasalar değiştirilmiş, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, RTÜK, YÖK, HSYK gibi üst bürokratik mekanizmalar partileştirilmiştir.

İktisadi dayanakların zayıflığı bir sorun olmakla birlikte, bu alanda da bir hayli yol alınmıştır. “Laisist, eski cumhuriyetçi” büyük burjuva aile şirketlerinin tehditler ve yüksek cezalarla dize getirilmesi için yapılanlar ürün vermiş, belirli itirazlarına rağmen daha büyük kayıplar vermemek için “uyumlu olma”ya yönelmişlerdir. İktidarın nemalandırmasıyla büyüyen yeni tekelci şirketlerin etki alanı genişlemiştir.  Para havuzundan nemalananlar, arazi kapatma, şirket kurma ve büyütme olanaklarını elden kaçırmamak için her türden aşağılık işe soyunurken, iktidarın her türden saldırısına da payanda olmaktadırlar. Kültürel-ideolojik-dini “yeniden inşa” alanında küçümsenemez değişikliklere imza atılmıştır.  Dinin devlet yönetimindeki ve toplumsal yaşamdaki etkisini güçlendirmek için çok sayıda  yasal değişiklik yapıldı. İktidar korumasındaki ve elindeki dini vakıfların öngördükleri proğramların  mili eğitim ve sağlık başta olmak üzere günlük yaşamdaki etkisini artırıcı uygulamalar yoğunlaştırıldı. Siyasal yönetim, pozitif bilimlere karşı yürütülen dini ideolojik savaşı koordine etmekten kaçınmıyor. Liseler imam hatipleştirildi. 4+4+4 eğitim sistemiyle 4 yaş grubu çocukların gericiliğin ve hurafelerin yönlendirmesinde “kul ideolojisi”yle büyümeleri için yollar genişletildi. İktidar gücünün emrinde bütün ülkede camilerden dini vaazlarla yönetimin desteklenmesi örgütlendi vb. 

Demek ki, “Yeni” ya da “yeniden kuruluş” için “eski devlet”in yıkılması gerekmiyor. “Devlet olanlar”, yani devleti yönetenler, bu cihazı, kendi çıkarları, istemleri, hedefleri doğrultusunda işletecek gücü ellerinde bulunduracak durumda iseler, onu takviye ile sürdürmeleri “daha evlâ”dır!  Bu bakımdan, “Bizim bir tek devletimiz vardır, o da Türkiye Cumhuriyetidir” söyleminin bağlılık ya da karşıtlık yönünde fazla bir anlamı olmaz. “Yeni devlet”ten kasıt dini bir devlet yapısıysa, o zaten önemli oranda inşa edilmiş ve uygulanmaktadır. Türkiye gibi kapitalist bir ülkede, Ortaçağ’daki türden şeriat kurallarıyla işleyen bir devlet tesisi ise, isteklilerinin hezeyanlarına karşın, kendilerinin kapitalist çıkarlarıyla da uyuşmaz. Aklı parada olanın, parayla yatıp kalkanın, paraya tapınması kaçınılmazdır. Kapitalizmin dini çarpık, ikiyüzlü olmak durumundadır; işlevlidir, kullanışlıdır, halkı aldatmaya yöneliktir. Fetvası; “Siz kul kalın ki biz efendi olalım!” şeklindedir.  

Emekçilerin bugünkü sorunu “kula kul olma”yı reddetmektir. Bunu yaptıklarında gerçeğin “sırrı”na varacak, sermayenin devletinin kendi devletleri olmadığını görme yolunda daha ileri adımlar atacak ve kendilerinin devletini kurmak için mücadeleyi daha donanmış olarak sürdürme olanağı bulacaklardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa