11 Temmuz 2017 01:00

'Adalet Mitingi'ndeki manifesto ve çıkan görevler'

'Adalet Mitingi'ndeki manifesto ve çıkan görevler'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

17 Haziran’da Ankara’da başlayıp, önceki gün İstanbul-Maltepe’de büyük bir kalabalığın katıldığı mitingle tamamlanan “Adalet Yürüyüşü”, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesi için de bir “çıta” koydu.

7 Haziran Seçimi ve 16 Nisan Referandumundan sonra, şimdi de “Adalet Yürüyüşü”yle, demokrasi ve özgürlük isteyen yığınlar; sadece talep etmekle, parlamentodaki partiler arasında tartışmaları izlemekle yetinmediklerini, tersine talepleri için harekete geçeceklerini; bunu yeri geldiğinde sandıkta, yeri geldiğinde sokakta, yollarda, meydanlarda eyleme dönüştüreceklerini gösterdiler.

Dahası, (öncesini bir yana bıraksak bile) 7 Haziran Seçimi’nden başlayarak yapılan tartışmalar etrafında halk yığınlarının hangi talepler etrafında birleşeceği, demokrasi ve özgürlüklerin savunulmasında ciddi, istikrarlı bir strateji etrafında birleşmiş ortak mücadelenin nasıl yapılabileceği; Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, ilerici demokratik çevrelerin başlıca gündemi olmuştur. 

‘10 MADDELİK MANİFESTO’NUN YUMUŞAK KARNI!

Önceki gün Kılıçdaroğlu, Maltepe mitinginde 10 maddelik bir manifesto ilan ederek bu tartışmaya katıldı.

Gazetemizde ve diğer medya organlarında da ayrıntıları yer alan bu 10 maddelik “acil talepler” manzumesi, kuşkusuz ki, Adalet Yürüyüşü’ne, katılan, ona destek veren ve az çok vicdan sahibi her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının altına imza atacağı taleplerdir.

Ancak burada, Türkiye’nin içinden geçtiği dönemin çok sıcak ve somut bazı konularda bu “acil çağrı”nın, sorunun üstünden atlayan bir tutum ifade ediyor olması, herkesin altına imza atabileceği metnin “saha”daki ihtiyaca yanıt vermeyen, daha doğrusu “saha”da mücadele eden güçlerin mücadelesini ilerleten değil, onları geri çeken, “iç tartışmalara” sürükleyen bir metne dönüşerek kendisini sorun haline getirmesi ciddi bir olasılıktır. 

“Kürt sorununun barışçıl çözümü”nü, “tutuklu vekillerin serbest bırakılması” ve “Toplumsal barışımızı bozan tüm antidemokratik uygulamalara eşit yurttaşlık temelinde son verilme”sine indirgeyen bu çağrı, Türkiye’nin bu en önemli sorununda şoven-milliyetçi odakların “Kürt sorununu ezerek çözme” tutumuna karşı “belirsizliği” tercih etmiş görünmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun çağrısında “belirsizliğe sığınma” tutumu; dış politikada da kendisini göstermektedir. Dış politikadaki talebini “Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara, tüm kimliklere kardeşçe, adilane yaklaşan, barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönüş yapmalıdır” diyerek ifade eden manifesto; entellektüel olarak sorun görünmeyen bir formülasyon ortaya koyuyor. Ama, bu formülasyon “saha”da olup bitenlere bir açıklama getirmiyor. Çünkü Türkiye’nin dış politikası sadece söylemde kalmıyor; aynı zamanda bölgeye asker göndererek, komşu ülkelere rejim dayatarak bunu yapıyor. Dolayısıyla demokrasi mücadelesinin “barış” mücadelesiyle, savaşa ve savaş politikalarına açıkça tavır alan bir “barış mücadelesi”yle birleştirilmesini zorunlu kılıyor. 

Bugüne kadar bu alanlarda CHP’nin tutumu dikkate alındığında manifestodaki formülasyon iyice yetersiz hale geliyor.

Bu belirsizlikler, elbette burada Kürt güçleri ve diğer demokrasi güçleri tarafından tartışılacak bir konudur. Ama aynı zamanda bu “belirsizlikler”, hem CHP’deki milliyetçi klik, hem de AKP-MHP-VP tarafından CHP’nin, elbette CHP’in içinde olacağı demokrasi ve özgürlükler mücadelesi güçleri için “yumuşak karın” olarak kullanılacaktır.

İLERİ KESİMLER VE SINIF PARTİSİNİN GÖREVİ

Bugün istikrarlı bir demokrasi cephesinin olmaması, bazı talepler etrafındaki birliklerle sınırlı bir mücadele çizgisinde kalınmasının başlıca nedeni, işçi sınıfının demokrasi mücadelesindeki “etkisizliği”dir. 

Kuşkusuz bu sorunun aşılması bugünden yarına olabilir de değildir. 

Ama şu da bir gerçek ki; yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmeler sınıfın bu alandaki mücadeleye çekilmesi için koşulları da hızla olgunlaştırmaktadır.

Gelişmeler bugün işçi sınıfının demokrasi mücadelesiyle ilişkisi bakımından sınıf partisinin ve işçi sınfının ileri unsurlarını önüne iki önemli görev çıkarmıştır.

Bunlardan birincisi; bugün işçilerin mücadelenin ön cephesinde yer alan kesimlerinin ve mücadeleden yana sendikacıların eldeki her imkanla demokrasi mücadelesi alanında yer almaları ve sınıfın bu mücadeleye çekilmesi için girişimlerini arttırmalarıdır. Burada mücadeleden yana sendikal platformlar, birlikler, mücadeleci sendikalar  ve sendikacılar (merkez ve şube yöneticileri, temsilciler ve diğer birlikler,...) önemlidir. 

Gelişmelerin önümüze çıkardığı diğer önemli görev ise; Metal direnişiyle ortaya çıkıp referandumla da açıkça ortaya çıkan işçilerin en önemli bölümünün AKP ve MHP kültünden kurtulmaya yönelmiş olması üstünden işçilerin kazanılması çalışmasının yoğunlaştırılmasıdır. Çünkü, AKP-MHP kültünün etkisindeki, siyasi olarak da bu partilerle bağlantılı olan işçi kesimini demokrasi mücadelesine çekmeden kazanmak olanaklı değildir.

Bu yüzden de sınıf taleplerinin etrafında çok kolayca birleşen işçilerin siyasi mücadeleye çekilmesi ve demokrasi mücadelesine kazanılması, hem işçi sınıfının talepleri etrafındaki birliğini hem de demokrasi mücadelesinin istikrarı, mücadelenin bir omurgaya kavuşmasının da şartı olarak bugün daha çıkça görülür hale gelmiştir.

Referandumdan sonra “Adalet Yürüyüşü”nün işçi ve emekçi kesimler içindeki etkisinin, işçi sınıfının demokrasi mücadelesine çekilmesi için çalışmanın etkisini artıracağı bir ortam oluşturduğu açıktır. Gerek ileri işçi kesimlenin gerekse sınıf partisinin bu gelişmeleri gerektiği gibi değerlendirmesi, sadece işçi sınıfı değil demokrasi mücadelesi için de hayati önemdedir.

‘ADALET MİTİNGİ’NİN ARDINDAN

24 gün süren “Adalet Yürüyüşü”nün arkasından Pazar günü Maltepe Meydanı, bu meydanda bugüne kadar yapılmış en kalabalık mitinge sahne oldu. 

Bu tür mitinglerde, mitinge katılanların sayısını mitingi düzenleyenlerin yüksek (ki, CHP’liler 2.5 milyona kadar çıkarıyorlar) mitinge karşı olanlar da az göstermeleri nerdeyse bir gelenektir. Örneğin Melih Gökçek, “mitingde en fazla 85 bin kişi vardır” diyor; Abdurrahman Dilipak ise, 220 bin hesaplamıştı. Ama bu rakamı da hemen silmiş sosyal medyadaki hesabından!

Ama burada mitingdeki katılımcı sayısı tartışmalarına bir müdahil daha çıktı: İstanbul Valiliği!

Bugüne kadar mitinglerde sayı verme adeti olmayan ve daha önce Maltepe’deki aynı meydanda AKP’nin yaptığı ve bugünkü kalabalığın belki yarısı olan mitingde “2 milyon kişi” olduğu ilan edilmesine karşın hiçbir itirazda bulunmayan İstanbul Valiliği “Adalet Mitingi”ne katılanların sayısının 175 bin olduğunu bir yazılı açıklama ile ilan etti!

Valilik partizanlıkta nereye gelmiş olduğunu gösterdi böylece!

Ancak şu bir gerçek ki, Maltepe Meydanı ve meydan etrafındaki büyük park, belki alandakinden de fazla bir kitle tarafından doldurulmuştu.

Bu yüzden de Maltepe mitingine katılan kitle,yandaş basının “5 milyon kişi katıldı” diye abarttığı Yenikapı mitingiyle kıyaslanabilecek bir kitledir.

Üstelik yeterli güvenlik önemleri olmadığı halde bu büyük kalabalık, kendi disiplinini kendisi sağlayabilmiştir. 

AKP, bugüne kadar, “Böylesini ancak AKP düzenler” diye övündüğü “büyük mitingler”le de artık övünemeyecektir. Övünse bile eski etkiyi sağlayamayacaktır. 

AKP cenahındaki hazımsızlığın ve mitingi uydurma sayılara dökerek küçümseme tutumunun bir nedeni; kendi ayağının altındaki toprağın kaydığını görmesinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer neden ise “büyük miting” övünmesinin artık elinden gitmiş olmasıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...