08 Temmuz 2017 01:33

Adalet sokakta aranır mı?

Adalet sokakta aranır mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Evet; kaybolmuş ise, aranır! Bugün sokakların durumu yürüyenlerin değil, yürütenlerin yansı ve ayıbıdır. İktidar, muktedir ise, adaletin niçin ve nasıl kaybedildiğini irdelemekle sorumludur. Eğer iktidar bunu yapmıyor ve toplumun bir kesimi de bu durumdan hoşnut ise, yönetim zafiyeti aşılmış, ülkeye ve insanlara ihanet boyutuna ulaşılmış demektir. Siyasi erk adaleti gasp ediyor ve meşru yer ve koşullarda aranmasının önünü tıkıyorsa, doğal olarak, adaleti aramanın yeri sokaktır. Adalet kalkışı, adaletsizliği yaratan siyasi erkin eylemlerinin sonucu, bu zilletin yok ediliş umudunun ise başlangıcıdır. 

Adaletin sokakta aranıyor olması iki yanlışı aynı anda gösterir. Birincisi gasp edilen adalet, ikincisi ise sokak dışında arama yerinin milletin elinden alınmış olmasıdır. Günümüz koşullarında ülkemizde cereyan eden vahim durum bence budur ve bu vahim durumun banisi ise siyasi iktidardır. Şöyle ki, tek insan yönetimi altında bir sosyal projeyi toplumun büyük kesimine dayatmaya kalkmak salt adaletsizliğin de çok ötesinde, zulümdür.

Tam da bu noktada kafalardaki sorun yine çatallanıyor. Eğer siyasi iktidar tüm yönetime başatsa, nasıl oluyor da hem adaletsizlik oluşturuyor, hem de yarattığı adaletsizliğe karşı oluşan tepkiye izin veriyor. İşte kafalarda çelişkilere sürüklenen diğer bir mesele de budur. Bu noktaya siyasi iktidarın bakış açısı ile yaklaşalım. Siyasi iktidar “izin verme” anlayışı ile zımnî olarak despotluğunu sergilerken, küçük aklınca hareketi değersizleştirmeye çalışmaktadır. Belki de üst akıldan aldığı emre uygun hareket eden küçük akla göre, bir yerde bir “yaramazlık” varsa, bu yaramazlık fazla kaale alınmadan, havası alınmalıdır. İnsana ve halkına saygı duymayan bir iktidar için bundan daha fazlasını düşünmek zaten mümkün değildir. 

Kimilerine göre ufak iğnelemeler olan, kimilerine göre ise hiç algılanamayan böylesi idrak yoksunluğudur ki, kitleler nezdinde “Adalet” yürüyüşünü, partiden ve kişi ya da kişilerden bağımsız olarak öne çıkarır. O nedenle, adalet yürüyüşüne parti yandaşlığı ya da sempatizanı olarak değil, birer adsız mücadeleci olarak katılmak ya da kalben destek vermek, hakkın ve mazlumun yanında, diktatörün ve zalimin karşısında durmak demektir. 

Her samimi solcu bilir ki, adalet ve hukuk sisteminin çok temel alt-yapısı iktisattır, sistemdir. Öyledir de, bir toplu sözleşmede solcular diyebilir mi ki, biz bu kavgada yokuz, zira böylesi bir kavga sonucunda gasp edilen hakkımızın ancak bir bölümün almak yerine, biz sistemi değiştirip hakkımızın tümünü alacağız. Ya da özelleştirmelerde, diyebilir miyiz ki, bırakalım ip ince yerinden kopsun. Evet, bunlar da söyledi ve böylesi tavırlar da takınıldı. Ama geldiğimiz nokta işte burası oldu. Söz konusu mücadelelere katılmak başka, bu mücadelede bilinç yanlışlığına sürüklenmek başka bir şeydir. Bilinç üretim ilişkisi üzerinde yükseliyor ise, çarpık paylaşımın bu oluşumu etkilememesine dikkat edilebilmelidir. Eğer, devrim sanayileşmenin en ileri aşamasında öngörülüyor ve bunun gerekçesi üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki yanında emeğin yükselen bilincine bağlanıyor ise, bilinç oluşturmanın başka yolları da niçin yaratılmaya çalışılmasın ki! Belki de, bugünkü düşüncelerimizi Marx yaşamda olup dinlemiş olsa idi, vaktiyle söylediği gibi: “eğer siz buna Marksizm diyorsanız, ben Marksist değilim!” diyor olabilirdi. Ulus devlet döneminde ve o çerçevede oluşan mantık neden küreselleşme ortamında, merkez dokudan ziyade çevre dokularda oluşmasın ki!

Adalet yürüyüşüne katılmak hem siyasi tepkiye destek olmak, hem de sosyal deneyim yaşamaktır. Siyasi tepki, doğal olarak, sağ ve sol görüşlülerin farklı yaklaşımı ile açıklanabilir. O nedenle, o konuya girmek istemiyorum, zaten çok gevşek olarak ana fikri yukarıda özetlemiş oldum. Sosyal deneyim konusu ise fevkalade önemli ve öğreticidir. Sosyal deneyim göstermektedir ki, bugün AKP’yi destekleyen zümre, kimisi korku, kimisi rüşvet, kimisi döviz hesabı, kimisi hortumdan pay alma hesabı ile gerçekten bir çobanın güdüsünde yaşamını idame etmektedir. Ne zaman ki, çoban, aldığı emirle sürüyü kesimhaneye götürmeye başlar, işte o zaman bu kütle uyanır, ama artık çok geçtir, iş işten geçmiştir. İşte bu sosyal deneyim Türkiye’nin ve halkımızın niçin, bugün bazı güçlüklere katlanarak dahi olsa, siyasi uyanışa geçip, hür iradesini eline almaya yeltenmesi gerektiğini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu mücadele, uzun dönemde sistem ve emperyalist baskıdan kurtulmaya yönelik mücadelenin ilk adımı olarak gereklidir. Adalet herkese olduğu kadar, her ortamda ve her dokuda gereklidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...