26 Haziran 2017 00:55

‘Katar krizi’nden ‘Kürt fobisi körlüğü’yle çıkılabilir mi?

‘Katar krizi’nden ‘Kürt fobisi körlüğü’yle çıkılabilir mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

5 Haziran’da Katar krizinin patlak vermesinden hemen sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan’a çağrı yaparak, “Körfezin büyüğü olarak bu sorunu bayrama kadar çözmesi”ni istemişti. Ama geçen sürede Suudi Arabistan diğer Körfez ülkelerini de yanına alarak, sorunun çözümü doğrultusunda değil ama krizi daha da büyütecek adımlar attı.

Dahası geçtiğimiz hafta içinde Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn, “13 maddelik bir ültimatom”la Katar’a, bir yönetimi olan hiçbir ülkenin kabul etmesi mümkün olmayan çok ağır şartlar dayattılar.

Ültimatomla Körfez ülkeleri Katar’a, İran’la bütün ilişkilerini kesmesini, el Cezire’nin ve Katar’ın finanse ettiği bir dizi ajans ve kanalın kapatılmasını, Hizbullah, El Kaide, Müslüman Kardeşler’e her tür desteği durdurması,...gibi şartlar öne sürdüler; bu şartların yerine getirilmesi amacıyla vereceği söz için de Katar’a 10 günlük süre tanıdılar!  

TÜRKİYE-SUUDİ ARABİSTAN-KATAR İTTİFAKI ÇÖKTÜ!
Bölgedeki gerilimlerin merkezini IŞİD sorunundan Körfez’e  taşıyan Katar Krizi’nin ilk sonucu, Suriye krizinin başından beri bölgenin “kadim üçlüsü” olarak davranan Suudi Arabistan- Katar-Türkiye ittifakını çökmesi oldu!

Krizin ilk günlerinde kendisine aracılık rolü biçen Türkiye, ilk girişimlerden sonra kendisinin de “potaya” atıldığını fark ederek, Katar’a acil gıda ihracını organize etti, onunla da yetinmedi; Katar’da kurulan üsse asker göndermek üzere gerekli düzenlemeyi de yıldırım hızıyla Meclisten geçirdi! Suudi Arabistan’a da cepheden karşı çıkmayı şimdilik de olsa göze alamayan Erdoğan Hükümeti, ona “büyük” sıfatı takıp, “Bölgenin büyüğü olarak sana yakışanı yap sorunu çöz” çağrısı yapan bir çizgiye çekildi.

Ancak ültimatomun 5. maddesi de açıkça Türkiye ile ilgiliydi. Körfez ülkeleri Katar’a; “Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını derhal iptal et, Türkiye’nin askeri üssünü kapat. Katar toprağında Türkiye’yle askeri işbirliğini bitir” diyorlardı. 

Konuyla ilgili olarak dün Bayram Namazı sonrasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan; “(13 Maddelik ültimatomu) uluslararası hukuka aykırı buluyoruz. Bir devletin egemenlik haklarına saldırıdır. Bu tavrı kabul etmiyoruz. Katar’ın tavrını destekliyoruz. Biz Suudi Arabistan’a da üs kurma teklifi yaptık. Krala teklif ettim. İnceleyelim dediler ama geri dönmediler. Türkiye’nin Katar’dan askerlerini çekmesini talep etmek Türkiye’ye karşı da saygısızlıktır” dedi. 

Böylece Türkiye, “Katar Krizi”nde Katar’ın yanında yer aldığını da Cumhurbaşkanının ağzından açıkça ilan etmiş oldu.  

TÜRKİYE KATAR’LA AYNI KATEGORİYE İTİLİYOR
Körfez-Katar krizi derinleşirken, Suudi Arabistan’da önemli bir gelişme daha oldu. Suudi Kralı Salman, yeğeni olan “Veliaht Prens’i” azlederek oğlunu “Veliaht Prens” atadı.

Bunun anlamı ise; Suudi Arabistan’ın gerek Katar’la olan kriz gerekse Yemen’e müdahalede daha radikal bir çizgiye geçeceğidir. Çünkü, yeni “Veliaht Pres”in gerek Yemen, gerekse İran’la olan ilişkilerde çok daha radikal bir tutum almadan yana bir kişiliğe sahip olduğu biliniyor. Bu yüzden de önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan’dan bölgedeki sorunları “uzlaşarak” çözmek yerine çatışarak, krizleri derinleştirerek “bastırmak” biçiminde bir yöneliş beklenmesi, olup bitenin anlaşılmasını kolaylaştıran bir tutum olacaktır. 

Katar krizinin aslında İsrail ve ABD’nin bölge stratejisinin girişimi olarak tetiklendiği, Suudi Arabistan’ın tarihinde görülmemiş biçimde silahlanmaya yöneldiği gibi gelişmeler  birleştiğinde, Suudi Arabistan’ın Mısır’la da yakınlaşarak, İsrail’in dolaylı ama yakın desteğini alacağını, bu kapsamda da Türkiye’nin Katar çatışmasında hedeflerinden birisi olacağını söylemek bir kehanet olmaz. Nitekim “ültimatom”un 5. maddesinin Türkiye’ye ayrılmasının özel bir önemini olduğu anlaşılmaktadır. 

Çünkü Katar’a yönelik ambargonun aslında İran’ın kuşatılmasının, Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin sınırlanması ve ABD’nin bölgedeki pozisyonunu güçlendirmenin bir adımı olduğunu söylemek gerçeğin bir yanını ifade etmek olur.

Kuşkusuz Türkiye bir yandan bu planlarda “kazanılması” gereken öte yandan da bölgede kendi “yayılmacı” girişimleri ölçüsünde de “hedef edinilen” bir ülkedir.

Şu andaki gelişmeler bakıldığında da  Türkiye’nin de Katar’la aynı muameleyi göreceği bir köşeye doru itildiği açıkça görülmektedir.

‘KÜRT FOBİSİ’ KÖRLÜĞÜ SÜRDÜKÇE... 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şeker Bayramı’ndan iki gün önce Akçakale’de yaptığı konuşmada, “Türkiye Irak ve Suriye’deki oyunların farkındadır. Yanıtlarımızı sahada vereceğiz” diyor. Ama Ramazan boyunca iftarlarda ve bayramdan iki gün önce  Urfa’da yaptığı konuşmada ise Cumhurbaşkanı, bölgedeki bütün sorunu PYD-YPG’nin “terörist olduğu” ve Suriye’de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmeye karşı durmayı başlıca “kırmızı çizgisi” yapan politikada ısrar edeceğini gösterdi. Cumhurbaşkanı bir kez daha; “Akçakale’den sesleniyorum: Arkalarında kim olursa olusun güney sınırımızda bir terör devleti kurulmasına asla izin vermeyeceğiz” diyerek AKP Hükümeti’nin temel yanılgısını yineledi. Ki; bu Erdoğan ve Hükümetinin bölgede olup bitenlerden bir şey anlamadığını, Rusya ile ABD arasındaki çelişkilerden yararlanarak, çöken dış politikasını ayağa kaldırılabileceğini ummaya devam ettiğini gösteriyordu.

Ama bölgenin gerçekleri tamamen tersidir ve; 

* Bölge halklarının kendi kaderlerini tayin hakkına karşı durularak ve bölgede Kürt dinamiğinin önemini fark edip,  bu sorunun halkın kabul edebileceği barışçıl çözümü için adımlar atmayarak; “Kürt fobisi”nin yarattığı körlüğün kılavuzluğunda ısrar edilerek, 

* Bölge ülkelerinin içişlerine karışıp, rejim dayatması yapılarak, komşu ülkelere asker sevk edip üsler kurmaya girişilerek,

* Özgürlükleri umursamayıp, demokratik değerleri ayaklar altına alarak,

* Cihadist örgütlerle içli dışlı hale gelerek,

* Bölgede zaten bolca olan ve bu ülkelerin bir terör, gerilik ve cehalet batağında olmasının başlıca nedenlerinden birisi de olan “tek adam rejimi”ne yönelerek, gidilecek çok yerin olmadığı bugüne kadar, az çok bölgedeki gelişmeleri izleyen herkes tarafından açıkça görülmüştür.

Tabi; gözünü geleceğe değil; üç yüz beş yüz yıl öncesinin emperyal (imparatorluk) hayallerine dikmeyenler, ya da bin 500 yıl öncesinin değerlerine sarılmayanlar için!

“İnşallah”larla, bayram dilekleriyle, hamasetle gün kurtarılabilir ama gidilecek çok yol da yoktur. Katar krizi üstünden hızla gelişen yeni saflaşmalar bunu gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...