10 Haziran 2017 00:53

Kıdem tazminatı emekçinin hakkı mıdır?

Kıdem tazminatı emekçinin hakkı mıdır?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugünlerin en sıcak tartışması kıdem tazminatı tartışması gibi gözüküyor. Nedir kıdem tazminatı, diye düşündüğümüzde, emekçilerin yıllar boyu gasbedilmiş haklarının bir bölümünün emekçiye verilmesinden başka bir şey değildir. Eğer kıdem tazminatı konusu bu denli açık ve net bir konu ise, bunun uzun uzun tartışılacak bir yanı olabilir mi? Mesele tartışıldığına göre, demek ki mesele bu kadar basit değilmiş. Çünkü öyle bir sistem içinde bu mesele tartışılıyor ki; üretim esnasında emekçi ve devlet sermayenin öz kardeşidir, ancak sıra üretimin paylaşılmasına gelince her ikisi de sermayenin üvey kardeşi mesabesine indirgenir. Demek ki, başat eleman sermayedir; tarih sermayenin kaderini de, emeğin kaderini de böyle yazmış! Sermaye ne emekten çaldığı bölümden emekçiye daha fazla pay vermeye, ne de devletten aktardığı kaynak ve yararlandığı hizmetten devlete pay vermeye yanaşır. Dolayısıyla mesele mutlak hak gasbı olmaktan çıkarılıp, bir tür çıkar çatışmasına dönüştürülerek müzakere alanına çekilmektedir. Müzakere alanında da sermaye yine devletin kanatları arasında (belki de tersi!) müzakereye katılarak, herkes için tarafları mutlu eden hakkaniyetli(!) sonuca varılır. Emekçiler de kırpılmış hak edişi çetin tartışmalar sonucunda önemli kazanım olarak görüp, huzura kavuşur. Böylece, sermaye ve sistem önemli bir ideolojik zemin elde etmiş olur.

Bu bir tuluattır. Öylesine tuluattır ki, sanki emekçiler, sermaye ve devlet üç özgür taraf olarak bir masanın etrafında oturmuş ve sanki adalete en uygun çözüm bulunmuş gibi genel kabul gören sonuca ulaşılmış gibi bir resim oluşturulur. Hatta böylece varılan anlaşmanın topluma, vatana ve millete en hayırlı çözüm olduğu da anlatılır. Varılan anlaşma sonucunda emekçiye verilmeyen payın sermayeye dönüştürülerek yatırıma yönlendirileceği ve bundan yine emekçinin yararlanacağı ileri sürülerek gönüller rahatlatılır. Emekçiye verilmeyen hakkın sermayeye yöneltilerek yatırıma dönüştürülmesi yadsınamaz, ama mesele ortadaki kaynağın ne tür kullanıma yöneltileceği değil de, mülkiyetinin nasıl ve ne yönde değiştirileceği ile ilgilidir. Dolayısıyla mesele, tartışma konusu yapılan kaynakların salt kullanım biçimi ile ilgili olmayıp, söz konusu kaynaklar üzerindeki mülkiyet hakkının da sermaye kesimine geçirilmesi ile ilgilidir. Kısacası, emekçi hakkına üretim sürecinde yapılan ağır saldırı, böylesi abes müzakereler ve varılan sonuçla emekçi birikimleri üzerinde de sürdürülmektedir. 

Hal böyle olunca tartışmayı salt kıdem tazminatı ya da emekçilerin gelir düzeyi ile sınırlamak yetersiz olduğundan, müzakereler sonucunda varılan anlaşma da kabul görmemelidir. Zira bu süreç sermaye kesimi için ‘ilkel birikim’ benzeri emekçi hakkı üzerine haksız el koymadır. Üstelik böylece sermayeye aktarılan kaynakların yatırıma yönlendirileceği ve emek istihdamında kullanılacağı da garanti değildir. Kaldı ki, söz konusu kaynakların her bir kuruşu emek istihdamı sağlayan yatırımda kullanılmış olduğu koşulda da emek sömürüsü çarkı işliyor olacaktır. Kısacası, emekçi hakkının mülkiyet kaydırması ile sermaye kesimine devri, bizzat emekçinin kendi ayaklarına vurulacak zincirleri bizzat kendi eli ve rızası ile sermaye kesimine devretmiş olmaktadır. 

Bu konu nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kaybeden taraf emek kesimi olacaktır. Çünkü sistemin adı kapitalizmdir ve bu sistemde sermaye kesimi emeğin üretimine el koyarken maalesef siyasetteki ajanı olan siyasal kadro da yanındadır. Ne hazindir ki, sermayenin yanında yer alan siyasi kadro seçimde sandıktan çıkmıştır ve sandıktaki oyların çok önemli bir bölümü de hak gasbına uğrayan emekçi kesimdir. Üstelik emekçi kesim salt sermaye tarafından hak gasbına uğramamakta, devlete ödenen vergilerin önemli bölümü de yine bu kesimden gelmektedir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa