08 Haziran 2017 00:59

Türkiye ‘Katar krizi’nin neresinde?

Türkiye ‘Katar krizi’nin neresinde?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Katar krizi” etrafında son birkaç gündür, bölgedeki gelişmeler çok değişik boyutlarla gündeme geldi. Daha da gelecek görünüyor.

Gazetemizde de bir yandan haberler öte yandan da Ali Karataş arkadaşımız, gelişmeler hakkında çeşitli yönleriyle ayrıntılı değerlendirmeler yaptı. Bu yüzden burada, bu son günlerdeki gelişmeler ışığında Türkiye’nin yerinin ne olduğunu ve olabileceğini değerlendireceğiz. 

Konunun önemi ve yakın gelecekteki gelişmelerin seyri dikkate alındığında, bundan sonraki gelişmelerin seyrini anlamak için burada şu saptamaları yapabiliriz:

1- Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Burada farklı bir oyun oynanıyor. Ama bu oyunun arkasında kim olduğunu henüz bulamadık” dese de dünya alem biliyor ki, bu bir “ABD-İsrail yapımı” plandır.

2- “Sünni blok”, “Arap NATO’su” gibi tarifler dikkate alındığında, kuşatma Katar’a karşı yapılıyor gibi görünse de “terörizme destek verdiği” için Katar suçlanıyor görünse de aslında yapılmak istenen İran’ın (Dolayısıyla Rusya’nın inisiyatifinin kırılmasını da amaçlayan) kuşatılmasıdır.

3- Katar’dı, İran’dı, “Terörizme destek vermek”ti, Müslüman Kardeşler’di, el Kaide idi derken aslında yakın amaç, bölgedeki Amerikancı gericilikler ve bölgedeki ABD etkisindeki ülkelere ayar vermek; batı emperyalizminin müttefiklerine çeki düzen vermektir! 

BÖLGEDEKİ EN YAKIN MÜTTEFİK KATAR
Türkiye’nin bölge politikasının iki ayağı Katar ve Suudi Arabistan’dı. Dahası küçük bir ülke olmasına karşın Katar, son 10 yılda Türkiye’ye 18 milyar dolar getirmiş, Türkiye ise Katar’a 14 milyar dolara varan yatırım yapmıştır. Yine son yıllarda 12-13 milyar dolara ulaşan “net hata noksan” kalemindeki miktarın önemli bir bölümünün de “Katar menşeli” olduğu da herkesin malumudur. Rakamlar, Katar ve Türkiye arasında ciddi bir ticarete işaret etmektedir.  

Ancak, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında Katar’ın yeri bu rakamlarla da açıklanamaz önemdedir. Çünkü Katar aynı zamanda Müslüman Kardeşleri (İhvan) destekleyen, özellikle Sisi darbesi sonrasında Mısırlı İhvan önderlerine, Suudi Arabistan’ın baskılarına karşın, kapılarını açan bir ülke olarak, bu konuda Türkiye ile ortak bir tutum almış tek bölge ülkesidir. Oysa Türkiye, “İslam’ın kurtarıcısı” rolünün önemli bir parçası olan “İhvana destek” konusunda Suudi Arabistan’la taban tabana zıt düşmüştür. Dolayısıyla Türkiye, Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili olarak Suudi Arabistan’la kimi önemli konularda ters düşerken, Katar’la hemen başlıca politikalarda tam bir fikir ve iş birliği içinde olmuştur.

Bunlara, Türkiye’nin sınırları dışındaki legal ilk ve tek askeri üssünü Katar’da kurduğunu da eklemeliyiz.

TÜRKİYE ‘HEDEF’ Mİ ‘ARA BULUCU’ MU?
Katar etrafında oluşan kuşatma karşısında Türkiye’de yandaş medyanın “İslamcı” kanadı; Katar’ın ablukaya alınmasının bahane, bir gösteri olduğunu aslında “hedef”in Erdoğan’ın ve Türkiye’nin kuşatılması olduğunu öne süren bir “mağduriyet” ve “yedi düvele karşı İslam’ı savunan bir Tayyip Erdoğan ve AKP” profili etrafında propagandayı yoğunlaştırdılar.

Türkiye’nin ABD stratejisine bağlanmasını savunan sermaye medyası ise, gelişmelerin Türkiye’ye “ara bulucu” rolü biçtiğini, Katar’ı ve İhvan’ı savunan bir çizgi tutturulmaması gerektiğini; eğer Türkiye bunu başarır ve ABD’nin stratejisini savunmada kendi önemini hissettirirse, ABD ile de sorunlarının çözüleceğini, bunun için “Katar krizi”nin bir fırsat olacağını öne sürüyorlar.

“Türkiye hedef” diyenler, elbette “Katar krizi”ne yol açan gerekçelerin birincisinin, batı ve kimi Arap-İslam ülkelerince “terörist” görülen İhvan ve Hamas’ın AKP ve hükümetleriyle içli dışlılığını görerek, “Bu kuşatma asıl Erdoğan’a ve Türkiye’ye yöneliktir” diyorlar. 

Burada elbette “Türkiye’yi kuşatalım” diye bir amaç yoksa da Türkiye’nin İhvan, Hamas ve çeşitli cihatist örgütleri koruyup kollamanın ötesinde, içli dışlılığı dikkate alındığında, İsrail-ABD bölge stratejisinin Erdoğan ve onun bölge politikalarını “hedef”alması da kaçınılmazdır. 

Türkiye’nin yakın geçmişte, Suudi Arabistan ve Katar’la yediğinin içtiğinin ayrı gitmediği düşünüldüğünde, “Türkiye’nin ara buluculuk yapması” da çok mantıklı görünmektedir.

Ancak sahada durum masa üstünde göründüğünden çok daha karmaşık ve tarihsel, siyasi, ekonomik, hatta “dini-mezhebi” boyutları olan bir sorundur.

Bu da hem “Türkiye’nin asıl hedef” olduğu biçimindeki dinci, milliyetçi tezi hem de “Türkiye ara bulucu olsun” önerisini büyük ölçüde boşa düşürmektedir.

Bölgedeki ve Türkiye’deki “ucu dışarıda” görünen her gelişmeyi; “Ey Amerika”, “Ey Avrupa”, “Ey Almanya” diye meydan okumayla karşılayan Erdoğan-AKP Hükümeti, Katar’ın suçlanması ve Katar’a yönelik kuşatmayı, dolaylı olarak kendisinin de terörizme destek vermekle suçlanmasına karşın, son yıllarda görmediğimiz bir soğukkanlılıkla karşılamıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün yaptığı değerlendirmede; 

“Katar’ın terör zanlısı olarak görülmesini tasvip etmiyorum. Böyle bir durum olsa karşılarına çıkan ilk devlet başkanı ben olurdum. Burada farklı bir oyun oynanıyor. Ama bu oyunun arkasında kim olduğunu henüz bulamadık!”

Erdoğan bu değerlendirmeyi, Donald Trump’ın; “Ortadoğu ziyaretimde, radikal ideolojilerin artık finanse edilemeyeceğini söyledim. Liderler Katar’ı işaret etti, bakın! Suudi Arabistan’da kral ve 50 ülkeye ziyaretimin meyvelerini veriyor olduğunu görmek güzel.  Radikal ideolojilerin finanse edilmesi konusunda sert bir tutum alacaklarını söylediler ve tüm referanslar Katar’ı işaret ediyordu. Belki de bu, terörizm dehşetinin sona ermesinin başlangıcı olur” açıklamasından sonra yapması elbette ki çok daha dikkat çekicidir.

Yani bırakalım ABD politikasını ve Ortadoğu’daki girişimlerini, 50 İslam ülkesinin temsilcilerinin bulunduğu bir toplantı sonrasında yapılan “kılıç dansı”yla ifade dilen tutumu, Trump açıkça, “Bu krizin arkasında ben varım” demesine karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Burada farklı bir oyun oynanıyor. Ama bu oyunun arkasında kim olduğunu henüz bulamadık” demesi, elbette hiç kimseyi ikna etmez, edemez. Tersine bu Erdoğan-AKP Hükümetinin bu planın yürütücüsü Suudi Arabistan ve Mısır görünse de gerçekte ABD-İsrail planı oluğunu bildiği ve bunun için açıkça karşı çıkamadığının, karşı çıkmaya cesaret edemediğinin göstergesidir.

EMPERYALİZME VE BÖLGE GERİCİLİKLERİNE KARŞI MÜCADELE 
Kuşkusuz ki, İster İsrail-ABD planının “hedefi” olsun, ister “ara buluculuğa” soyunsun, Türkiye’nin asıl sorunu, bölgedeki emperyalistler ve bölge gericilikleri arasındaki çatışmadan yararlanarak, bölgenin yeniden paylaşımından pay almayı asıl amaç edinmesidir. İslam, emperyalist güçlerin bölgedeki oyunları vb. üstüne söylenenler, kendi amaçlarını örtme amaçlıdır.  

Erdoğan ve AKP Hükümeti, bu amacını gerçekleştirmek için ABD ve Rusya arasındaki çelişkilerden yararlanmak, bölge gericilikleri ve cihatist gruplarla iş birlikleri geliştiren bir çizgi izlemektedir. 

Bu yüzden de Türkiye attığı her adımda emperyalistlerle ve bölge gericilikleriyle, hem iş birlikleri hem de çatışan bir politika izlemektedir. Ve bu çizgi, son 5-6 yılda çok başarısız olmuş; denebilir ki, Türkiye’yi bölgenin “en yalnız” ve “en kaybeden”  ülkesi durumuna getirmiştir. 

Türkiye’nin içine düştüğü durumdan kurtulmasının tek yolu ise; bölgeye müdahale eden emperyalistlere karşı açıkça karşı tutum almayı, bölge gericilikleriyle bölge halklarının kaderini belirlemeyi amaçlayan dayatmalardan vazgeçerek halkların kendi kaderlerin tayin hakkını tanıyan, halkların eşit ve kardeşçe birliği için, bölge ülkelerinde demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesini savunan bir çizgiyle geçmesidir.

BU POLİTİKAYLA NEREYE KADAR? 
“Erdoğan-AKP yönetiminin yeni Osmanlıcı dış politikası böyle bir çizgiye evrilebilir mi?” denilirse, bu soruya evet demek aşırı saflık olur. Ama, bölgede pay kapma yarışı içinde bazen o, bazen bu emperyalist bazen şu bazen bu bölge gericiliği blokunun yanında ya da içinde yer alarak “kâr sağlama” tutumu, tipik “şark politikası”dır. Ve bu politikanın ne antiemperyalizmle ne de gericiliğe karşı olmakla bir ilgisi yoktur.

Bu yüzden ve bölgede onca yaşananlardan sonra, Türkiye’nin ara bulucu olması” için hiçbir gerçek dayanağı yoktur. Tıpkı, “Katar, İran hikaye asıl hedef Türkiye’dir” diyenlerin “mağduriyet” ve “kahramanlık” hamasetinin Türkiye’yi antiemperyalist göstermeye yetmemesi gibi!  

Tersine olup bitene bakıldığında bu krizden Türkiye’nin payına düşecek olan, Eğer Katar, İhvan, Hamas’la aynı safa konup hedef yapılmazsa, yine yalnızlık, yine hüsran, yine akamettir!

Bu dış politikayla başka türlüsü olanaksızdır! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...