05 Haziran 2017 00:54

Ramazan sohbeti (4) İnanç ve ahlak neden kardeşleştirmiyor?

Ramazan sohbeti (4) İnanç ve ahlak neden kardeşleştirmiyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnanç endüstri artık. 
Tesettür defileleri... 
Vaazı bırakıp ürün pazarlayan hocalar...
Geceliği 5 bin TL’den Kâbe manzaralı otelde hac! 
Para dolaşsın diye ‘faizsiz bono’... 
İnşaat piyasası dönsün diye İslami ev kredisi. 
Ve sair...
Son sohbetimizde benzeri örnekleri sıralayıp şu tespiti yapmıştık: Kapitalizme dokunmazsan son sözü hep piyasa tanrısı söyler!   
Sömürü ve tüketim üzerine kurulu bir sistem insanı, malı, hizmeti, parayı derken... Artık her şeyi endüstrileştiriyor. 
Dönüştürdüğü her alanda kendi kültürünü yaratıyor.
Örneğin spor amacı taşıyan futbol, ticarete dökülmüş koca bir endüstriye dönüşünce... Milyarlarca dolarlık bu endüstride dostluk, kardeşlik, centilmenlik gibi değerlere yer bulamıyor kendine. 
Kazanma arzusu üzerine kurulu bir kültür gelişiyor.
Binlerce yıllık deneyim üzerine kurulu kültürün kendisi endüstrileştikçe de... “İyi yaşam, çok üretmek ve tüketmektir” ilkesinin esiri kılınıyor insan. 

BULUŞMAYA ENGEL UÇURUMLAR
Bu yeni kültür insanı ihtiyaçlarının değil...  
Üretilen ürünlerin tüketilmesine dönük kışkırtılan sahte ihtiyaçlarının peşine düşürüyor. 
Hatta insana tükettiğine göre toplumda statü veriyor. 
Oturduğu eve göre, semte göre... 
Gittiği AVM’ye... 
Giydiği kıyafete göre...
Takıldığı kahveye ya da kafeye göre...
Kahveyi, Starbucks’ta içmek ayrıcalık oldukça... 
Starbucks’a kahve temin eden bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerektiği önemsizleşti.
Tüketebilmek ve statünün korunması o çiftçinin yoksunluğuna bağlıydı zira... 
Dindarlar da bir birine dokunamayan statülere eriştiler... 
Bir yanda... 
Dıştan yabancıların giremeyeceği, güvenlikli lüks sitelerde oturanlar... 
Site içinde, aynı statüde olmayan din kardeşinin giremeyeceği, kendine özel camiye gidenler... 
Diğer yanda... 
Sıvasız gecekondudakiler.
İşte böyle bir ortamda diyor ki Diyanet... 
“Zengin fakir buluşsun. Kardeşliğimizi, birliğimizi, beraberliğimizi, değerlerimizi yeniden ayağa kaldırsın”.
İyi diyor da...
Statüler arasında, sınıflar (İşçi-sermaye) arasında öyle uçurumlar oluştu ki... Bir yakadan öbür yakaya göstermelik gitmek bile imkansız hale geldi!
İstatistik Kurumu’nun verilerine, yani resmi rakamlara göre… 
Bu ülkede ailelerin yüzde 80’i evden uzakta bir hafta tatili karşılayabilecek bir gelire sahip değil.
Öte yandan ‘modern saraylar’da tatil geçirenler var. 
‘Saraylara layık’ iftar açan vatandaşlar ile halk ister istemez ayrılıyor hocam.
Tüm bunlar sınıf atlamanın, elitleşmenin doğal sonucu.

VATANDAŞ VE HALK KARŞI KARŞIYA
Vatandaş ve halk! 
Bu iki kavramı farklı iki kesimi anlatmak için kullanmak oldukça yaygın. 
AKP iktidarı öncesi vatandaş, ‘Beyaz Türk’leri ifade ediyordu. 
Halk ise aşağı tabakadan, avam, varoş, emekçi kesimleri...
Beyaz Türkler, rengi,  yaşamı, kültürü ‘bozuk’ halkı kendi sahasında istemezdi.
Söz konusu ayrım en özlü ifadesini İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın, 60 yıl önce söylediği şu sözde buluyordu: “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor.”
İslamcı basınının temsilcileri, düşünürleri, siyasetçileri... 
Beyaz Türklerin kibrine yönelik eleştirilerinde sık sık Vali Gökay zihniyetine atıf yapıyorlardı.
Aradan 15 yıl geçti. Ve işler çok değişti.
Ülkedeki sermaye birikiminden…
Kent rantından…
Küresel sermayeden…
Nemalandıkça nemalanan, semirdikçe semiren İslamcılar da değişti.
Lüks siteler inşa ettiler, bahçesine halkın giremeyeceği. Sefa ve ihtişam içinde yaşadıkça koptular halktan.  
Kemalist laiklik ayırdı. 
İslamcı ahlak ayrımcılığı ortadan kaldırmadı, geldiğin noktada eleştirdiğine benzedi.  
Demek ki mesele... 
İnanç, ahlak değilmiş.  
Mesele halkla vatandaşı eşitleyecek bir işleyiş bulmakta!


Tele-Vaiz borsası

YUKARIDA bahsettiğimiz süreç vaaz borsasını da yükseltti. Öyle bedava dini bilgi paylaşmak yok. 
Kapitalizmde ‘bilgi’ para ediyorsa, dini bilgi de bundan azade değil. Bu yüzden Tele-vaizler  on binlerle değil yüz binlerle ifade edilen maaşlar alıyorlar. 
‘Ramazan bereketi’ denilip geçilemeyecek cinsten rakamlar.
Zira o rakamlar, sponsor olan, reklam veren şirketlerden alınıyor. Peki o şirketler nereden buluyor o paraları?
Ağır bir sömürü altında çalıştırdığı işçinin sırtından.
İşçinin ölmemesi için alınması gereken güvenlik önlemi tedbirlerini, üç kuruş vermemek için almayan şirketler, binlerce lira akıtıyor televizyon kanallarına.
Kul hakkı, yetim hakkı bu işin neresinde? 
Vaaz borsasının vaizlerinden bu konuda bir cevap yok. Bizim cevabımız ise bir sonraki sohbete. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...