04 Haziran 2017 02:12

Gezi'nin gazetecilere öğrettikleri üzerine

Gezi'nin gazetecilere öğrettikleri üzerine

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gezi protestolarını takip eden aylarda gazetecilik ve aktivizm arası sınırlar konusunu kafama takmış, bununla ilgili bir araştırmaya girişmiştim. Amacım bazıları çalıştıkları kuruma haber yapamayan ama mesai sırasında sosyal medyadan, sonrasında sokaklardan haber veren gazetecilerin kendilerini nasıl konumlandırdıklarını ve gazetecilik pratiklerini nasıl kullandıklarını anlamaya çalışmaktı. Kaldı ki liberal kuramın objektiflik idealinin veya daha kabul edilebilir tarafsızlık kriterinin son derece aşındığı, yerine bağımsızlık ve şeffaflığın önerildiği tartışmaların içindeydik. Sosyal hareketler yalnızca Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde (Arap baharını, occupy hareketlerini hatırlayın) yükselişteydi. David Breaver, 2011’de kendisine ‘deneyimli bir gazeteci ve bir medya aktivisti’ olarak hitap eden bir davetiye aldığında “Aktivizm ve Gazetecilik birlikte mümkün olabilir mi?” başlıklı bir yazı yazmış, bu şekilde tanımlanmasına neden olanın medya özgürlüğünün tehdit altında olduğu, geçiş sürecinde ya da çatışma sonrası süreci yaşayan ülkelerdeki gazetecilerle birlikte çalışması ve onlara destek vermesi olduğu tespitini yapmıştı.

Benim görüşlerine başvurduğum gazetecilerin bir kısmı baştan aktivizm ve gazetecilik kıyaslamasına karşı çıktılar. Bir gazetecinin aktivist olmasını, aktivist gibi davranmasını kabul edilemez bulanlar oldu. Bir kısmı geriye dönük Twitter mesajlarına bakıp “Evet aktivizme kayan şeyler yazdığım olmuş” dedi. Bazıları ise asıl tartışılması gerekenin bu değil Türkiye’deki basın özgürlüğü sorunları ve gazetecilerin etik kodları yeterince içselleştirmemesi olduğunu söyledi. Elde ettiğim bulgular gazetecinin protestolar sırasında konum olarak nerede durması gerektiği konusunda bile bir fikir birliğinin olmadığını gösterdi.

Gezi pek çok şeyin yanı sıra medyanın yapısal sorunlarının görülmesi ve yaratıcı, alternatif yapıların deneyimlenmesi açısından çok öğretici oldu. Ana akım medya kurumsal olarak toplumun kapılarının önüne gelip kendilerini protesto etmesinden ve sonrasında yaşadığı prestij kaybından bir ders çıkarmadı ama gazeteciler çıkardı. Bir dönem raflar gazetecilerin çalıştıkları kurumların ipliğini pazara çıkarttıkları kitaplarla doldu. ’90’ların dokunulmaz köşecileri ya peşlerine takıldıkları yalanların kurbanı oldular ya da eski günlerin hatırına tutulduklarının farkında olarak güçten düşmüş yazılarıyla oyalanıyorlar. Toplumun önemli bir kısmının bir seviyede medya okur-yazarı olmasında Gezi’nin etkisi yadsınamaz. 

Gezi aynı zamanda öncesinde göz ardı edilen, hak haberciliği yapmaya gayretli gazetelerin sahiplenilmesini, öneminin kavranmasını sağladı. Bu gazetelerin, yine o dönem okurları artan haber sitelerinin, yurttaş haberciliği girişimlerinin kendi içlerinde giderek artan biçimde dayanışma ağları oluşturması Türkiye için “Başka bir iletişim düzeni mümkün”ün kapısını araladı. Bugün hâlâ o umut sayesinde bir aradayız ve mücadele ediyoruz. 

Daha önce birkaç kez dile getirmiştim, bu dönemi önceki dönemlerden ayıran en önemli faktör iktidarın medyayı ya da gazetecileri hedef almasının ötesinde doğrudan gazetecilik mesleğini hedef alması. Kastettiğim şu: İktidar artık kendisine muhalif gördüğü gazeteyi kapatmakla ya da gazetecileri işten attırmakla yetinmiyor, sayısı 171’e varan tutuklu gazetecilerle ve bir kısmı tamamlanan iddianamelerle “Artık gazetecilik yapamayacaksınız” mesajı veriyor. Neredeyse tamamı niyet okumaya dayanan suçlamaların asıl derdi gazeteciliği iktidarın istediği şekle sokmak, aksini “vatan hainliği”, “terör örgütü destekçiliği” olarak kabul ettirmek. 

İğneyi biraz kendimize batıralım mı?

Yargının kontrol altına alınmasıyla güçlenen bu saldırı ve sürekli kaşınan toplumsal bölünmenin sonucu medyanın bir kısmı ister istemez kendisini aktivist saflarda buldu. Bu tanımlamanın üç-dört yıl önce olduğu gibi bugün de bazılarınızın hoşuna gitmeyeceğinin farkındayım. Yanlış anlaşılmamak için üzerine basa basa bunun basın özgürlüğüne yönelik saldırıların sonucu olduğunu ifade ediyorum. Derdim bu kavramın yerleşmesi değil aktivist gazeteciliğin bazı emareleriyle yüzleşmek, yani iğneyi biraz kendimize batırmak.

Neredeyse her saat kendimizi yaşam alanlarımıza, değerlerimize yönelik yeni bir saldırının karşısında buluyoruz. Açlık grevinde bugün 87. günlerini dolduran ve yürüyemeyecek durumdayken kollarından bacaklarından tutularak gözaltına alınıp tutuklanan, içeride gerekli vitamin desteğine dahi ulaşamayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek verenlerin hemen her gün karşı karşıya kaldıkları şiddet, Veli Saçılık’a 13 plastik merminin isabet ettiği görüntüler, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde oruç tutmayan öğrencilere yönelik saldırı, zeytinliklerin talan edilmesine yol açacak yasa tasarısının komisyondan geçmesi… Bunlar yalnızca son birkaç gündür yaşananlar. Facebook’un son günlerde “Hatırlamak isteyeceğini düşündük” diye karşımıza çıkardığı dört yıl öncenin fotoğraflarıyla bugün kıyaslandığında Gezi’nin bittiğini söylemek mümkün mü? Gezi bitmedi, iktidarın korktuğu kadar var, eskisi kadar kitlesel değil ancak her yerde sürüyor. Bununla birlikte Gezi’de ortaya çıkan o dönem için yaratıcı habercilik pratikleri, ki sokak eylemlerinin dinamiğiyle şekillenmişti, fazlasıyla yerleşti. Doğruluğu bazen tam kanıtlanmamış, sosyal medyada etki yaratmaya odaklı, yalnızca görünen kısmı yansıtan, ‘Bu haber nasıl geliştirilir’in üzerine kafa yorulmayan bir habercilik ortamının içindeyiz. Güvendiğimiz gazetecilerin habercilik heyecanının giderek öldüğünü gözlemliyorum. “Bu ortamda nasıl ölmesin; haftanın birkaç günü bir meslektaşı için adliyeye desteğe giden, tutuklanmalarına şahit olan bir gazeteci nasıl endişelenmesin; hem siyasal hem ekonomik olarak bu kadar sıkışmışken, kaynaklara erişimi bu kadar kısıtlıyken daha ne yapsın?” diyeceksiniz ki haklısınız. Ancak diğer taraftan (Küçümsemek için söylemiyorum) yurttaş haberciliğinin bir tık üstü gazeteciliğin okurla kurulan ilişkiye zarar verdiğini düşünüyorum. Gezi’nin bize öğrettiği yalnızca bağımsız ve alternatif medyaya olan ihtiyacımız değildi, dayanışmayla neler yapabileceğimizi gördük. Bugün aynı yolu takip ederek “Nasıl daha iyi gazetecilik yaparız”ı tartışmanın tam zamanı. Gazetecilerin güvenliğini sağlayan, sosyal medya hızıyla yarışmak yerine olayların derinine inen, araştıran, el birliğiyle kaynaklara erişimi mümkün kılan ve dolayısıyla gerçeğe dayanan gazeteciliğin çok şey değiştireceğini düşünüyorum. Tape’lerle ortaya çıkanlara referansla “hiçbir şey değişmezciler”den değilim, aksi gazeteciliğin bittiğini kabullenmek olmaz mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...