07 Mayıs 2017 00:51

Fıtrat meselesi

Fıtrat meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,

Senin de bildiğin üzere şu kırtıpil alemde “meseleler” hiç bitmez, nitekim zaman içinde şekil, şümul, içerik değiştiren bu sorunlar aslında zaman tüneli boyunca bazen aynı, arada bir de değişik kulvarlarda devam edip giderler...

Kimi toplumlar belki de “fıtrat”ları gereği içine ister istemez saplandıkları çeşitli meselelerini çözmek için didinip, bunu da mümkün olduğunca kolay yoldan halletmeyi becerirken, buna mukabil kimi toplumlar da çözüm yerine tam aksine bir çuval inciri berbat edip sorunlar bataklığında debelenip dururlar...

Nitekim bu bapta mesela yıllardan beri memleketimizin en önemli sorunu olan Kürt meselesinin çözümü için hemen her fırsatta kapağı Diyarbakır’a atan gelmiş geçmiş bilumum muhterem yetkililerin cemi cümlesi, “Kürt realitesini” güya tanıdılar, kimileri “Avrupa yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini” kekeleyip durdular, kimileri de yıkılıp yerle yeksan olan Diyarbakır’ı Toledo yapmaktan dem vururken, kimileri de daha geçenlerde Diyarbakır’ın Türkiye’nin kalbi, mührü olduğunu alay valay ilan ederken, kendilerince belki de birer “samimiyet abidesi”  kesildiler ama bunca senenin ardından dönüp dolaşıp gele gele tosladığımız şu günlerde misakımızın milli sınırları dahilindeki manzaralara bakılırsa; görünen o ki, gerek maddi gerekse manevi açıdan hepimizin, yani kafa kağıdında T.C. damgalı mühür taşıyan, bu ülkenin bilumum vatandaşlarının en önemi sorunu olan Kürt meselesini çözme konusunda maalesef geç kalmış Tatar ağaları misali hep yaya kaldılar...

Ülkemizin irili ufaklı sorunlarını çözmek için ellerini yosun tutmuş taşların, sivri kayaların altına koymaktan çekinmeyen,  milletin refah ve mutluluğu için gözlerini budaktan sakınmayıp, aynı zamanda da bu uğurda kefen giymeyi, meyan kökü şerbetini zehir niyetine içmeyi göze alıp, dolaysıyla varlıklarını yüce Türk milletine armağan etmekten yana zerre kadar taviz vermeyen bilumum “iktidar” mensuplarının, şu “cennet vatan”ımızın “kutsal” topraklarında yıllardan beri sergiledikleri performanslarının ne denli başarılı olduğunu, daha da doğrusu bu “hikmet”lerinin muhasebesini bizatihi halkımızın takdirine bırakmak belki de en doğrusu!

Mesela daha  düne kadar on beş yıllık tek kalemlik iktidarları boyunca yurdun dört yanını duble yollarla, ardından da köprü, tünel, falan feşmekanlarla donatıp bu “icraat”larıyla kasım kasım kasılan bu devletlularımızın, her biri başlı başına birer allameicihan olan “danışman”larıyla baş başa verdikten sonra, durduk yere icat ettikleri şu “yeni anayasa” macerasının yanı sıra, keza hileli hurdalı referandum sonrasında önümüzdeki günlerde birbirinin peşi sıra kuyruk oluşturacak katarlar dolusu “uyum yasaları”yla uğraşırken, havanda su mu döveceğiz henüz meçhul!

Ancak meçhul olmayan, hatta ayan beyan ortada olan gerçek şu ki, şu ya da bu minvaldeki sorunlarımızı çözmek için evvelemirde meselenin özünü irdeleyip, odağındaki nedenleri açık yüreklilikle ortaya çıkarmak gerektiği halde, tam aksine kenarından dönüp, teğet geçip, hatta halı altına süpürmeyi fıtratlarının olmazsa olmaz koşuluna dönüştüren toplumların meseleleri bir günden diğerine kendiliğinden çözülmediği gibi, giderek lastik misali uzayıp gidiyor.

Yine örneğin bir zamanlar olmazsa olmaz modasına dönüşüp böylece halkımızın bir bölümüne, özellikle de azınlıklara zorla dayatılan “Vatandaş Türkçe konuş!” Ya da  “Çok konuş Türkçe konuş!” fermanları karşısında önce şaşırıp, akabinde de korku belasına ister istemez çok konuştuk ama insanların ana dillerini yasaklayıp, ağızlarına biber sürmenin bu ülkeye hayır getirmediğini, ayrıca çağ dışı keyfi bu uygulamaların ülkenin tüm vatandaşlarının başına yıllardan beri ne tür belalar açtığını, bir söyleşi için iki gün önce Diyarbakır’a gittiğimde kendi payıma bir kez daha yaşadım...

Bir zamanlar hesapça “şarkın Paris’i” olan memleketimde, doğup büyüdüğüm Gavur Mahallesi’nin yerinde yeller esiyordu; Toledo olmaya namzet bu diyarlarda taş taş üstünde kalmamış, her taraf arsaya dönüşmüştü. Mazide kalan anılarımla, pabuçlarımın üzerine sinen toz toprakla bu harabelerde dolanıp dururken, diğer yandan da şu “cennet vatan”ımızda meselelerimizi çözmek için daha kaç fırın ekmek yememiz gerektiğini düşünüyordum Kirvem!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...