26 Nisan 2017 01:00

Sanal zenginlik fakirliğe döndü!

Sanal zenginlik fakirliğe döndü!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

‘Her şerde bir hayır vardır’ misali!
Küreselleşmeye dair anlatılan onca güzel hikaye de... 
Piyasa ekonomisine dair onca övgü de...
Artık yerini eleştiriye bırakmış durumda.
Bu gelişmeye yol açan şey elbette 2008 dünya ekonomik krizi. 
Kapitalizmin kriz üreten bir sistem olduğu... Piyasa işleyişinin kapitalizmi eninde sonunda krize götüreceği bir sürpriz değildi. 
Lakin söz konusu gerçek, ekonomik krizler kapitalizmin merkez (emperyalist) ülkelerinde yaşanmadıkça inkar ediliyordu.

‘Gelişmekte olan’ diye tanımlanan ülkelerin yaşadığına kriz değil türbülans deniliyordu. Suçlusu da kapitalist işleyiş değil krizi yaşayan ülkenin kendisi oluyordu. Kriz, krizi yaşayan ülkenin üretim yapısının kırılganlığı, kurumsallaşmasının yetersizliği gibi sebeplere bağlanıyordu. 

“Bu geçici durum, piyasanın dinamikleri durumu dengeler” tezi öne sürülüyordu.
2008 yılında kapitalizmin merkezinde bir kriz yaşanınca durum değişti. 
Bu duruma dikkat çeken Profesör Taner Berksoy şu tespiti yapıyor: “1930’dan bugüne kapitalizmin merkezinde kriz olmadı. 1930 krizini düze 2. Dünya Savaşı çıkardı.” 
Bu seferki krizi düzlüğe acaba ne çıkaracak? 
Yeni bir savaş mı?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyetinin düzenlediği 41. İktisatçılar Haftası’nın “Kapitalizmin krizi ve yansımaları” oturumunun açılışında bu tespiti yapan Berksoy, soruya cevap vermedi. 
Fakat kapitalizmin krizi derinleştikçe...
Çin, ABD’nin karşısına bir güç olarak çıktıkça savaş yangınına atılan odunların sayısının arttığı aşikar.

KRİZ BİTECEK GİBİ DEĞİL!

Küreselleşme yoksulluk getirdi. 
Uluslararası gelir dağılımı bozuldu.
Ulus içi gelir dağılımı bozuldu.
İşçi sınıfı sahipsiz, örgütsüz bırakıldı. Gelir dağılımını dengeleyebilecek güçten yoksun bırakıldı.
Tüm bunların sonucunda küreselleşme gözden düştü. 
Bu ekonomik olarak da böyle. Dünya ticareti 2008 kriz seviyesine bir türlü gelemedi. Duvara çarptı, adeta büzüldü. 
Taner Berksoy buraya nasıl gelindiğini şöyle özetliyor: ‘Piyasalaşma sorunu çözecek’ denildi, olmadı. Finanssallaşma devreye sokuldu ama sorun büyüdü. Finanssallaşma sorunları büyütünce devlet müdahalesi yoğun bir şekilde uygulamaya sokuldu. Şimdi piyasadan ümidini kesenler otoriteye sarılmış durumda. AB de dahil otoriter siyaset yükselişte.
Oysa sürecin buraya gideceği Marx’ın Kapitali’nde anlatılıyordu. Küreselleşmenin günün sonunda çürüme ve çöküş getireceğini, barışı değil savaşı büyüteceğini Lenin’in ‘Emperyalizm’ tespitinden öngörmek mümkündü.
Görmezden gelindi. 
Lakin şimdi çözümün yanlış yerde arandığını tartışmak mümkün.
Öyle otoriterleşme ile içe kapanma ile son bulacak bir kriz değil yaşanılan.
Dünya üretimi (gayrisafi hasılası) 70-75 trilyon dolar. Buna karşılık kağıtlar üzerinden dönen para, oluşan küresel sermaye 800 trilyon dolar. 
Profesör Kaya Ardıç’ın aktardığı bu rakamlar gösteriyor ki... Gerçek ile görüntü arasındaki bu farkı kapatmak, şişen balonu indirmek, krizden çıkmak öyle kolay değil!  
Profesör Ege Cansen’in vurguladığı gibi ekonomi tektir. Reel olandır. Finans, reelin aynadaki görüntüsüdür. Aynadaki görüntü reel ekonomiden büyük görünürse patlama olur. 
Kriz, sanal zenginliğin fakirleşmeye dönüşmesidir...

FATURAYI BÖLÜŞMEK 

Küreselleşme gözden düştü diye özetlenen süreç oldukça ağır sonuçlar doğurdu!
İşsizlik, göç, savaşlardan yabancı düşmanlığının artmasına... 
İş kazalarının (cinayetlerinin) çoğalmasından çocuk emeği sömürüsüne... 
Çevre tahribatından esnek çalışmaya... 
Saymakla bitmeyecek ağır sonuçlar.
Ayrıca Profesör Metin Kutal’ın vurguladığı bireysel gözüken fakat son derece toplumsal olan başka yansımaları da var: Aile içi şiddet, ailelerin dağılması, borç, toplumsal şiddetin artması vs. 
Doçent Doktor Nilgün Tunçcan Ongan tüm bunlara bakıp şu tespiti yapıyor: “Kriz emek sermaye çelişkisinin dışında analiz edilemez. Toplumsal sorunların da sınıfsal niteliği var. Kriz dönemleri çelişkileri sadece derinleştiriyor.”
Farklı sınıfsal kesimlerin krizden farklı etkilendiği açık.
Ongan, patronların, sermaye büyüklüğüne, ihracat kapasitesine, krizi emeğe yıkma becerisine bağlı olarak krizi atlatabildiğini emekçilerin ise topyekün daha fazla işsizlik, ağır ve ucuz çalışma gibi bedeller ödediğine dikkat çekiyor.
Bu durumda faturayı en azından bölüşebilmek için şu soru açığa çıkıyor: Sosyal politikanın çözüm kapasitesi en ileri düzeyde nasıl açığa çıkarılabilir? 
“Sosyal politikalara devrimci bir amaç yüklemiyorum” diyen Ongan, sosyal politikalar her ne kadar sistem içi olsa da farklı sosyal politikaların farklı çözüm üretme potansiyeli olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiğini vurguluyor.
Örneğin ‘istihdam politikası’ diye hayata geçirilenler işin niteliği ile ilgilenmez. Nasıl istihdam edildiğiniz umurunda değildir...
Oysa iş güvencesi politikası hayata geçirilse emek gücünün metalaşması, sömürüsü sınırlanabilir. 

Ongan, sosyal politikalarla sınıfsal önceliğin belirlenebileceğini ‘kıdem tazminatı’ tartışmalarından yola çıkarak örnekliyor: “Kıdem tazminatına dair tartışmalar aslında sınıfsal önceliğin kime, patrona mı işçiye mi verileceğinin tartışmasıdır. Fona devredilmesi işverenin yükünü azaltmayı hedefler. Patronu önceler. Mevcut hali ise işçi için bir güvencedir.”

Sosyal politikaların odağına emeğin konulmasının yoksulluğu azaltacağını vurgulayan Ongan, “Aksi durumda tersinin olacağının en somutu kanıtı işsizliğin cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyine çıkmış olmasıdır” diyor. 

Fatura çıkmasını engellemek için nihai çözümü tartışmak kadar... En azından faturayı bölüşmek anlamına gelen sosyal politikalara da kafa yormak gerek! 

ÇÖZECEK İRADE BELLİ!

Esnek çalışma, kısa çalışma, kısmi çalışma, ödünç çalışma, evden çalışma işçi sınıfını muazzam parçalıyor. Güç oluşturmasını, pazarlık edebilmesini engelliyor. İşçi sınıfını güçsüz bırakıyor.

Üstüne üstlük, işçi sınıfının borçlandırılmış olması, kredi borçsuz yaşayamaz hale gelmesi  tüm bunlara tuz biber ekiyor. 
Profesör Yüksel Akkaya bu durumu uzun açlığın düşünme yeteneğini köreltmesiyle yani Korsakof hastalığıyla özdeşleştiriyor. Borcun işçi sınıfını, görüntüleri algılamaktan alıkoyduğunu belirtiyor.

Tüm dünyada artan işsizlik ise durumu daha da vahim kılıyor. 

Akkaya, “İşsizlik bir karaktersizlik yaratır. Yılgınlık, korkaklık, umutsuzluk, sinmişlik... Bu da topluma yansır” diyor. 
Tayvan’da yapılan bir araştırmayı aktarıyor: İşsizlik oranlarındaki yüzde 1’lik artış yüzde 5 intihar artışlarına neden oluyor. Yani işsiz kalan yaşamdan umudunu kesiyor.

Yılda 57 bin ölümlü iş kazası. Sakatlık ve meslek hastalıklarının sayısı milyonu buluyor. Savaştan daha çok kayıp iş kazalarında yaşanıyor. 
Bu verileri paylaşan Akkaya soruyor: Ne için çalışıyoruz; gündelik hayatı sürdürmek için mi sermaye birikimi için mi?
Ve ekliyor: Kendimizi korumalıyız. Ama nasıl? 
İşsiz kalmak korkusuyla sendikaya soğuk bakan bir işçi sınıfı oluştu. İşçi sınıfının kaleleri sendikalar işçiyi koruyamıyor...
İş hukuku işçinin değil işverenin hukuku olmuş... İş hukuku korumuyor.
Ne koruyacak öyleyse?

Akkaya’nın cevabı şöyle: Bu bir güç ilişkisidir. İradesi kırılmış işçi sınıfının yeniden iradesini koymasından, güç olmasından başka çare yok!

KİMLİK VE SINIF TARTIŞMASI

Oturumların en tartışılan tespitleri Profesör Erol Katırcıoğlu’dan geldi. Küreselleşmenin ulus içinde kimliklere göre gruplar ve ayrışmalar yarattığına değinen Katırcıoğlu, bu görünür olan sosyal tespitini şu teze vardırdı: ‘Açız’dan ‘korkuyoruz’a gidiyoruz. İnsanlar kendini kimlik içinde güvende hissediyor. Öyleyse kimlik meselesi sınıf meselesinin önüne geçti. Çözümü ve analizleri buralardan tartışmak gerekir.”

Bu tespitini güçlendirmek için...
Sınıf savaşı homojen sınıflar arasında olur.

Kimlik homojen değil. İçinde sermayedar da var işçi emekçi de. Sermaye finanse ediyor. Sınıf savaşının böyle bir finansörü yok.
Tezlerini öne sürünce hem salondaki izleyicilerden hem de bazı panelistlerden haliyle itirazlar geldi. 
Biz de buradan şu kadarını söyleyip geçelim: Nasıl ki sismik olarak deprem her zaman var biz çökünce, fay kırılınca hissediyoruz; kapitalizmde de bizim sadece kırılınca hissettiğimiz kriz, her zaman var. Sınıf savaşı da öyle. Şu anda siz bu yazıyı okurken Denizli’de bir fabrikada iş yavaşlatan başka bir yerde iş bırakan işçiler var. Mesele enerji birikimi ve kırılma meselesi. Finans meselesi değil yani. 

Görünürdeki olguların sebeplerine yanlış teşhisler koyup yanlış tedaviler uygulanmasının önüne geçebilmek için doğru bilgi önemli!  

SİYASETTEN SOYUTLAMA YANLIŞLIĞI

Konuşmasında egemen iktisat anlayışa göre, Marksist analizin gerçeği açıklayabilme üstünlüğüne dikkat çeken Prof. Dr. İzzettin Önder, siyasetten soyutlanarak tekil bir iktisat alanının içinde kalındığı sürece yabancılaşmanın kaçınılmaz olunduğunu vurguladı. “Umarım ileride ekonomik dünyanın bilime değil de bilimin ekonomik dünyaya hakim olduğunu konuşuruz” dedi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...