14 Nisan 2017 00:50

'Hayır' de, yıkılsın sırça köşkler!

'Hayır' de, yıkılsın sırça köşkler!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkenin birinde yıllardır halkın başına çöreklenmiş üç kafadar varmış. 

Bunların elebaşı, ne zaman başı sıkışsa kendine bir düşman yaratıp “eyyyyy” diye höykürür ve kendini kurtarırmış.

Yardımcısı, “abudik gubidik” diyerek gezer, yol-köprü yaptım diye övünürmüş.

Diğeri, koltuğu ne zaman sallantıya girse “devletin bekası” der, püskevit yermiş.

Ama bunlar bin odalı sırça köşklerinde halkın sesine kulaklarını çoktan kapattıkları için halkta homurdananlar artıyormuş.

Çünkü yıllardır halka ne vaat etmişlerse tersini yapmışlar.

Başa geldiklerinde “ilk işimiz işsizlik ve yoksulluğu bitirmek” demiş, ama bunların döneminde işsiz sayısı çığ gibi büyürken yeşil paracıkları istif yapanların sayısı da on kat artmış. 

Sonra “bu ülkenin kanayan yarasını dindireceğiz” demiş bunların elebaşı: “Anaların gözyaşlarını dindireceğiz. Baldıran zehri de olsa içeceğiz” 

Ardından ne mi olmuş?

Kendisine biat etmeyi kabul etmedikleri için “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacak” demiş, koca koca kentler tanklarla-toplarla yıkılmış. “Ya kanayan yara?” diyenlere, “Kardeşim, neyiniz eksik” demeye başlamış.

Bir de bunların elebaşı inançlarla oynamayı çok severmiş. Kendisi söz konusu olunca inancı yüzünden nasıl gadre uğradığını anlatıp dururmuş. Ama başka inançlara gelince kimilerini yuhalatır, kimilerini ise aşağılatmaktan geri durmazmış. 

Yetmemiş, “buralar ecdadımın toprağıydı” diyerek komşu ülkelerin toprağına göz koymuş. Din-mezhep savaşı adı altında dünyanın dört bir yanından karanlık kişileri komşusunun üstüne salmış. Ama bu karanlık kişiler komşuda barınamaz hale gelince de bu kez elebaşının ülkesindeki halkı öldürmeye başlamışlar.

Derken bir gün bu elebaşının “ne istediler de vermedik” dediği eski yardımcıları onu devirmek istemiş. “Bunlara darbe yapacak gücü sen verdin” diyenlere “kandırıldım” demiş. Sonra devleti ağzından çıkanın kanun haline geldiği bir ‘hal’de yönetmeye başlayarak sadece bu darbecileri değil; ne kadar muhalif siyasetçi, gazeteci, aydın-akademisyen, genç varsa hepsini hapishanelere koymuş.

Darbecilerle birlikte bütün muhaliflerini hapishanelere doldurmuş doldurmasına da bu kez bizim elebaşını iktidarını kaybedeceği korkusu sarmış. Bu nedenle darbe girişimini fırsata çevirmek için bir oyun düşünmüş. Yardımcılarını toplamış, “aklıma yaman bir fikir geldi, eğer yapabilirsek ömrümüzün sonuna kadar kimse iktidarımızı elimizden alamaz” demiş. Adına “partili halkbaşkanı” dediği sistemi anlatmış. Bu sistemde kendisi gibi atayacağı yardımcıları da ‘dokunulmaz’ olacak, yargıyı, bütün bürokrasiyi kendisi atayacak, istediği zaman halk meclisini feshedecek ve ülkeyi keyfine göre yönetecekmiş.

Ama bu sisteme geçilmesi için bir halk oylaması yapılması gerekiyormuş. Halkı bu sisteme inandırmak için yanına yardımcılarını, yardakçıbaşlarını ve onların yamaklarını alarak meydanlara inmiş.

“Bu ülkede partili halkbaşkanlığı olmadığı için işsizlik bitmiyor.”
“Bu ülkede partili halkbaşkanlığı olmadığı için büyüyemiyoruz.” 
“Partili halkbaşkanlığı gelirse terör bitecek”
“Bu ülkede partili halkbaşkanlığı olmadığı için darbeler oluyor.”
“Partili halkbaşkanlığı gelmezse kaos olur, iç savaş çıkar”
“Partili halkbaşkanlığı gelirse ecdadımızın at koşturduğu toprakları geri alacağız”
“Partili halkbaşkanlığı olmadığı için istikrar yok”

Halk oylamasından ‘evet’ çıkarmak için bu meydan benim, şu televizyon senin, o gazete onun diyerek her kanaldan yalan üstüne yalan söyleyerek halkı korkutmaya çalışmışlar. 

“İyi de bu ülkeyi yıllardır siz yönetmiyor musunuz, ülkeyi bu hale getiren size niye ‘evet’ diyelim? ” diyenleri de terörist ilan edip sokağa çıkmalarını, halka gerçekleri söylemelerini engellemek için her yolu denemişler.

Önceleri evinden dışarı çıkamayan halk “ben ‘hayır’ dersem de bunlar ne yapar eder ‘evet’i çıkarır” diye düşünüp umutsuzluğa kapılmış. Ama sokağa çıktıkça yalnız olmadığını, ‘hayır’ın gücünü gören halka cesaret gelmiş. Halk, her ‘hayır’ın sırça köşkte bir gedik açacağını görmüş. ‘Partili halkbaşkanlığı’ adı altında başına sarılmak istenen beladan kurtulmak için sandığa gidip ‘hayır’ deyip, demokrasiye sahip çıkmanın yeteceğini anlamış.

Yıllar sonra “İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken,şu nasihatı vermeyi unutmazlarmış:‘Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız… Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için” halkın ‘hayır’ demesi yeter!*

* Sırça Köşk, Sabahattin Ali (1945). YKY, 1. Baskı-2003 

NOT: ‘Sırça Köşk’ öyküsüyle bu yazıya ilham kaynağı olan ve 2 Nisan 1948’de ülkedeki baskılar nedeniyle Bulgaristan’a geçmek isterken sırça köşklerde oturanların yönlendirdiği karanlık güçler tarafından katledilen büyük toplumcu yazarımız Sabahattin Ali’yi saygıyla anıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...