12 Nisan 2017 00:50

Yaşasın hayat

Yaşasın hayat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Her 100 kişiden 88’inin bir diğerine güvenmediği bir coğrafyada yaşıyoruz. Üstelik bu güvensizlik son aylarda giderek tırmanışta. Her on hakim ve savcıdan kaçı meslekten atıldı? Her beş generalden kaçı tutuklu? Ya öğretmen ve sağlıkçılar?

İşte böyle bir ahvalde yine / yeniden açlık grevleri ve cezaevi gündemin orta yerinde. Açlık grevleri ellili günleri geçti yani kritik dönemeçte; yine resmi söylem süreci tıbbileştirmeye çalışacak; belki de “zorla beslemeyi” yine yeniden emredecek sağlıkçılara. Bilinmelidir ki mevcut tıp eğitiminin hekimleri zorla beslerlerse açlık grevcilerini “hatalı tedavi” olasılıkları yüksek; aynen geçmişte olduğu gibi. Tıbbi arka plandan yoksun zorla tedavi uygulaması “biyolojik bir silah” olarak tanımlanabilir oysa. 

Açlık grevleri bahsi Türkiye resmi tarihinin karanlık yüzü. Misal “Hayata Dönüş” geçmiş açlık grevlerinden birinin resmi sonlandırılma biçimiydi: Tank, buldozer, silah, kopan kollar, sararan / yanan bedenler, cezaevi açlık grevleri ve devlet...  Yani “devlet dersinde öldürülmek”...

Sağlık salt bedensel ve ruhsal iyilik hali değil aynı zamanda sosyal iyilik hali diye  öğretilir tıp fakültelerinde. Cezaevlerinde yaygın açlık grevleri varken, hele ki ölümler gerçekleşirse, hangimiz kendimizi sağlıklı görebiliriz artık? Sosyal iyilik hali hele böylesine bir ortamda hasıl olabilir mi?

Özellikle 90'larda çokça insan, hatalı / eksik tıbbi yaklaşımlar nedeni ile ya canından oldu ya da hâlâ ciddi sağlık sorunları ile muzdarip. 2000’ler keza! Son 30 yılda özellikle Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) bu konuda yoğun emek harcayarak açlık grevlerine bağlı yaşamsal tıbbi sorunların azaltılmasını sağlasalar da risk hâlâ yüksek. 

Yeterince sıvı almaları, bir miktar şeker ve tuz almaları onlar için yaşamsal. Biz hekimler doğası gereği açlık grevlerinin çerçevesini çizmeyiz, yine bu süreci tıbbileştirmekten uzak dururuz. Bu bin yıllardan süzülüp gelen, uluslararası kabul görmüş bildirgelerle biçimlenmiş bir etik çerçeveye dayanır. 

Ama tıbbi etik denince mevcut yasal mevzuat kimi zaman hekimleri cezai  boyutu ile zorda bırakıyor. Misal Adalet Bakanlığı ve cezaevi yönetimleri mahpusların özellikle açlık grevi sürecindeki tıbbi verilerine günlük olarak ulaşmak ister ve hatta ulaşıyor. Risk şu ki tıbbı kötüye kullanma potansiyelleri yüksek. En basitinden “açlık grevi yapmıyor bunlar, yapsalardı şekerleri düşük olurdu” benzeri demeçler ve daha iki gün geçmeden yaşanmış ölümler bu ülkenin resmi tarihinin kara noktaları arasında yer alır. İşte bu nedenle bugün dünün tekrari olmamalı. Yaşasın hayat diyebilmeliyiz ölüme karşı hep birlikte.

Altmışlı günlere ulaştı cezaevinde açlık grevleri. Farkında mıyız, farkındalar mı? Ana akım medyanın ihaleleri, bankadaki hesapları iyi mi gidiyor? Yok görmek daha ne kadar banka hesaplarını artıracak, yok görmek daha ne kadar sürecek? 

Cezaevi ezevi olmamalı. Daha dün “binlerce insanı kanıtsız dayanaksız gözaltına alan, tutuklayan, ceza yağdıranlar” bugün cezaevinin yeni mahpusları ve onlar da insan haklarına muhtaç. İşte o yüzden cezaevi başlığında insan kalabilmek hayatın, vicdanın turnusolü.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...