30 Mart 2017 00:54

Başkanlık hız, istikrar ve güç kulesi midir? (4)

Başkanlık hız, istikrar ve güç kulesi midir? (4)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan Samsun’da, önceki gün, bir kez daha vurguladı. 
Sezer-Ecevit, bunlar aynı zihniyetin insanlarıydı. Bunlar bile kavga etti. Sezer Anayasa kitapçığını merhum Ecevit’e fırlattı mı? Bir anda ertesi gün döviz ne oldu? Malum. Bunlar olmasın diye biz bunu (Anayasa değişikliğini) yaptık. 
Bir süredir, ‘Ya istikrar ya kriz’ tedavüle sokulan bir tez bu!
İddia o ki... 
Başkanlık sistemi siyasi istikrarı kalıcı hale getirerek, geçmişte halkı inleten ekonomik krizlere set çekecek. Krizler tarihe gömülecek. 
Bu iddianın sahipleri, ‘Nasıl olacak da ekonomik krizler tarihe gömülecek?’ sorusuna cevapları kısa: “Çünkü bugüne dek milleti fakirleştiren... Emekçilere ağır bedeller ödeten krizleri tetikleyen  sebepler belli. Onları kaldırdık mı sorun hallolur!
‘Neymiş o sebepler?’ sorusuna üç maddelik cevapları var.
Bir; parlamenter sistemin handikapları.
İki; koalisyonların kısır tartışmaları 
Üç; çok başlılıktan kaynaklanan istikrarsızlıklar.
Birinci maddeye (parlamenter sistemin handikapları) örnek için işi ta 1973’e götürüyorlar: Tek aday üzerinde uzlaşılamadı, ülke 5 ay 6 gün Cumhurbaşkansız kaldı. (Artık Cumhurbaşkanını halk seçiyor ve örnekteki gibi bir kriz olası değil! Ama yine de yandaş basın örnek diye vermeyi sürdürüyor).
İkinci maddeye (koalisyonların kısır tartışmaları)  örnek ise 1994 krizi: Tansu Çiller’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümeti döneminde 1994 krizi yaşandı. Milli Gelir yüzde 30 azaldı. Yaklaşık 500 bin kişi işini kaybetti.
Üçüncü maddeye (çok başlılıktan kaynaklanan istikrarsızlıklar) örnek hala hafızalardaki etkisini sürdüren 2001 krizi: DSP, MHP ve ANAP koalisyonu hükümetti. Şubat 2001’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlattı. Borsa yüzde 15 düştü. Gecelik faiz yüzde 7.500’e çıktı. 14 bin 500 şirket battı”.
Biz de bu üç örneği AKP iktidarı dönemiyle kıyaslayalım.

KENDİNİ İNKAR VE MAVİ BONCUK
Cumhurbaşkanı Erdoğan yukarıda alıntı yaptığımız Samsun’daki konuşmasında dedi ki... 
14 yıldır Türkiye’yi yönetiyoruz, kavga yok. Niye yok. Biz aynı ekolden geliyoruz da onun için yok”.
14 yıllık bir yönetim varsa ve kavga olmamışsa... Ve de bu sürede ülke hiç koalisyon görmemişse...
Demek ki ortada, iktidarın bahsettiği türden bir istikrar var. 
E öyleyse...
2001 krizinde işsizlik yüzde 5’ten yüzde 8.4’e fırladı. 
Peki bu kadar istikrarlı bir dönem geçirilmesine rağmen, 14 yıllık sürede neden işsizlik hiç azalmadı?
Neden şimdi işsizlik oranı yüzde 12 düzeyinde? 
Türkiye’nin ödediği faiz azalmış.
Türkiye’ye yabancı para yağmış. 
Hükümet 60 milyar dolar özelleştirme geliri elde etmiş.
Bunca paraya rağmen AKP iktidarında, sanayiinin ekonomideki payı yüzde 20’lerden yüzde 17’lere düşmüş. 
İşçi desen perişan. Çünkü işçilik ucuzlamış, işçi yoksullaşmış.
İşçinin ödediği bunca bedel, ülkeye giren onca paraya rağmen bu tablo oluşuyorsa... Demek ki bu tablonun müsebbibinin ihtiyacı olan şey otoriter bir başkan değil!
AKP bir yandan yıllardır anlattığı ‘koalisyonsuz başarı geldi, istikrar geldi’ iddiasını inkar edip ‘istikrar için başkanlık lazım’ diyor. Diğer yandan da ekonomi politikası tıkandığı için ‘başkanlıkla uçacağız’ söylemiyle mavi boncuk dağıtıyor. 
Hız, istikrar, güç’ ütopyasını değerlendirmeye 
 yarın da devam edeceğiz!


BU TABLONUN FAİLİ UYGULANAN POLİTİKA
ORTADA ekonomik bir tıkanmışlığın olduğu kesin! Özel sektörün ve hane halklarının borcu çok. Yüksek işsizlik, yüksek enflasyon yoksulluğu ağırlaştırıyor. 
Her 4 gençten biri işsiz. Geleceksiz!
Borçlu insanların içerisinde toplumun en zengin yüzde 20’si yok. En çok borcu olanlar alt gelir grupları yani emekçiler.  Artan işsizlik. Maaş ve ücretlere yapılan düşük zamlar gibi sebepler emekçilerin gelirini azaltıyor. Borçlarını ödemelerini zora sokuyor. 2001 yılındaki bir kriz yaşamasak da... Giderek ağırlaşan felç var; emekçilerin yaşamını vuran! Bu tablo ucuz emeğe, bol yabancı sermayeye ve ranta dayalı AKP’nin ekonomik modelinin bir sonucu!  Modelin değişmesi lazım. Değişim için de başkanlık değil, anlayışın ve ekonomik düzeneğin değişmesi lazım. Başkanlık gelince hiç kimseye (Doğayı koruyan kanunlara, kıyıya, dereye, ormana, zeytinliklere sahip çıkan vekillere, derneklere vs.) takılmadan... 
“Daha çok inşaat yapacağız” diyen anlayış aslında şunu demiş oluyor: Başkanlıkta aynı anlayışla daha hızlı devam edeceğiz!  Sürekli gerekli gereksiz demeden köprü... İhtiyaç olmadan havaalanı vs. yapmanın sonucu ortada.  Yabancının parasıyla yapılıyor, faiz ödeniyor. Doğa katlediliyor.  Faiz ve rant ödenebilsin diye emeğin sömürüsü ağırlaşıyor. Oysa yabancıya ödenen faizle her yıl 3 tane Marmaray yapılırdı. Değişmesi gerekenin ne olduğu açık değil mi? 


KRİZİN KAYNAĞI ANAYASA FIRLATILMASI DEĞİL!

EZBER kriz hikayeleri anlatmak yaygın. Kapitalizmdeki aşırı üretim tüketilemeyince, talep yetersiz kalınca kriz kendini günlük yaşamda işsizlik, yoksullaşma, giderek artan borçlanma olarak gösterir.
Son 30 yıla bakalım. 1987 yılında bir borsa krizi sonrası mali sermaye, 1987-97 arasında, 10 yıl boyunca Rusya, Brezilya, Türkiye, Güney Afrika, Meksika gibi ülkelere aktı. Bu genişleme iyilik olsun diye olmadı. Aksine başka ekonomiler kapitalist merkezlerden gelen malları, sermayeyi güvenli biçimde emebilsin diye yaşandı.
Süreç 1998’de “Asya Krizi” ile sonuçlandı. Para ABD, AB gibi ülkelere döndü. Kriz 2002 yılana kadar Rusya ve Türkiye’yi de içine alarak genişledi. Para geri kaçınca devletin kasası boşaldı, bankacılık iflasın eşiğine geldi. 
Olayın anayasa kitapçığı fırlatılmasıyla bir ilgisi yok yani. Erdoğan, değil anayasa fırlatmak bizzat başbakanı (Davutoğlu’yu) görevden aldı. Nitekim birşey olmadı.
Paradan para kazanmak yüksek enflasyon altında herkes için cazipti. 2002 kriziyle bu oyun son buldu. 
2003- 2007 döneminde para yeniden ‘gelişmekte olan’ ülkelere aktı. Bu sefer oyunun kuralını düşük enflasyon, ucuz emek üzerine kurdu. Lakin bu süreç de 2007’de krizle sonuçlandı. Türkiye bu krizin etkisini 2009 yılında ağır bir şekilde yaşadı. 
Askeri darbeler...  
IMF politikaları... 
Kopenhag kriterleri... 
Hepsi ülkelerin pazarları kapitalist merkez ülkelerin sermayesine açılsın diye...
Türkiye’nin IMF’ye borcu yok. Ama dış borcu (Devletin, bankaların, şirketlerin) 450 milyar dolar... Kapılar ardına kadar açılmış!
Bağımlılık bu kadar büyük olunca uluslar arası hareketten etkilenmemek imkansız. Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’ye posta koyuyor, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi “Gümrük Birliğine devam edeceğiz” diyor.
Bağımlılığı azaltmak için başkan değil bağları koparmak lazım!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...