27 Mart 2017 00:35

Başkanlık hız, istikrar ve güç kulesi midir? (1)

Başkanlık hız, istikrar ve güç kulesi midir? (1)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Şu 16 Nisan bir bitsin. Hollanda’da yerlerde sürüklenen benim Hüseyin Kurt kardeşimin hesabını soracağız”.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözü söylediğinde…
Avrupa ile gerilimden beslenmeyi bir üst boyuta taşımıştı. 
Bugüne kadar Avrupa ile tansiyon yükseldikçe...
‘Başkanlık sistemi şart’a kitleleri ikna edebilmek için iktidar çevreleri şu tezi ileri sürüyordu: “Başkanlık sistemi Türkiye’yi güçlendirecek. Batı, güçleneceğimiz sistemi istemiyor, taş koyuyor. Güçlü Türkiye için referandumda evet”. 
Şimdi ise... 
‘Avrupa bizi mağdur ediyor’ söyleminden, “16 Nisan’dan sonra başkan hesap soracak” boyutuna geçildi. 

TAKTİĞİN ÜÇ TEMEL SEBEBİ 
Erdoğan ve hükümetin AB’ye yönelik davranışının (taktiğin) üç temel sebebi var. 
Birinci sebep mecburiyet: İçeride kazandıracak bir siyaset üretmenin pek mümkün olmaması ve belli başlı hareket alanı olarak Avrupa ile gerilimin kalması. (Bu sahada da alanın daraldığı çok net).
İkinci sebep düşük risk: Avrupa Birliği’nin, bugüne kadar uyguladığı, “ne karşıya it ne de içine al, ekonomik çıkarlarını gözet”e dayalı stratejisinin, AB’ye yönelik tüm efelenmelere rağmen, AB tarafından aynen sürdürüleceğine olan güven. (Türkiye’nin, AB’nin gerçek bir resti karşında durabilmesi zor. Daha önce restleşilen Rusya ve İsrail’den fiilen özür dilenip, onların dikte ettiği koşullar kabul edilmek zorunda kalınmışken... Türkiye’nin Batı’dan ekonomik olarak kopabilmesi bugünün şartlarında olası değil.)
Üçüncü sebep sandık çıkarı:  Ne de olsa... Başkanlık sistemine yönelik iktidar çevresinin propagandasının sac ayaklarından biri de, ‘Güçlü lider güçlü Türkiye’ şeklinde formüle edilen dış politika ile ilgili. (ABD, Rusya, Irak, Suriye, Yunanistan’a yönelik çıkışların ardından yaşanan çark ve yenilgileri unutturma ve de güçlü başkanla telafi edileceği umudu yaratma ihtiyacı duyuluyor).  Referandumda kazandırdığını düşündüğü için (bir iki puan kazandırdığı iddia ediliyor) Erdoğan her konuşmasında söz konusu taktiğe başvuruyor. 

ETKİ AZALDIKÇA DOZ YÜKSELİYOR
Saydığımız üç sebeple bu gerilim üzerinden yürünse de Avrupa ile gerginlik kumarı beklendiği kadar işe yaramıyor. Yaramayınca de Erdoğan dozu yükseltiyor: “Avrupa’ya sesleniyorum. Türkiye itilecek, kakılacak, vatandaşları yerlerde sürüklenecek bir ülke değildir. Siz böyle davranmaya devam ederseniz, hiçbir Avrupalı dünyanın hiçbir yerinde rahatça dolaşamaz”.
Bu çıkış Avrupa’daki Türkiyelileri ateşe atmaz mı? Avrupalı dünyada dolaşamazsa, Avrupa’da yaşayan 4 milyona yakın gurbetçi ne olur? Milyonlarca gurbetçi tahliye edilip TOKİ’nin inşa edeceği gurbetçi konutlarına mı yerleştirilir(!) 
Cevabı bilen yok!
Peki ya... 
Hafta sonu yapılan Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yoluna devam edip etmemesi konusunda 16 Nisan’dan sonra bir referandum yapabileceği imasına ne demeli? 
Biz hiç de AB meraklısı değiliz!
Lakin siz...
Ülke ihracatının yarısının yapıldığı... 
Milyarlarca dolarlık ithalatın gerçekleştirildiği...
Üretim alt yapısının on yıllardır ona göre şekillendiği... 
Bir bağımlılıktan nasıl kopacaksınız?
Sermayenin ve Türkiye ekonomisinin vazgeçebileceği bir alan değil AB! 
Gerilim dozu buraya yükselirse bu ‘altın vuruş’ olur! 
Geçelim. Referandum arifesinde gerçeklere dönelim!
Yarın devam edeceğiz.


1. AŞAMA: İDDİALAR BOŞTA KALDI 

İktidarın referandum performansı şöyle özetlenebilir. 
Bir: AKP’nin ve iktidar çevresinin ilk iddiaları kendisiyle çelişti, kendi tabanını dahi tatmin etmedi.
İki: 18 maddeye getirilen eleştiriler karşısında son dönem AKP atağa geçti. Her tarafı afişlerle, pankartlarla doldurdu. Lakin tüm savunmayı çarpıtma ve gerçeği örtme üzerine kurdu.
Üç: Geriye sadece geleceğe dönük, başkanlık sistemiyle birlikte geleceği var sayılan iddialar kaldı. 
Birkaç gün boyunca üçüncü maddeyi yani sac ayakları, ‘hız, istikrar, güç’ olan iddiaları ele alacağız. Ama önce ilk iki maddeye ilişkin kısa hatırlatmalar ile başlayalım. 
AKP, başkanlık sistemine ilişkin anayasa değişikliği referandumu için yürüteceği kampanyanın resmi başlangıcını 25 Şubatta verdi. 
Ankara Arena Spor Salonu’nda, Başbakan Binali Yıldırım niyetlerini anlattı. Söylediklerini yandaş basın ‘tez’ haline getirdi ve manşeti attı: Bürokrasi azalacak, büyüme hızlanacak.
Söz konusu çıkış ne güçlü olabildi ne de inandırıcı. 
Zira bu güne kadar... 
“Yeni Türkiye’yi kurduk, bürokratik vesayeti yerle bir ettik” diyen iktidar... 
Şimdi ‘elimiz kolumuz bağlı’ diyordu. 
Başbakan bol bol icraatlardan bahsetti: Yol, havaalanı, hastane, okul, köprü, tünel yaptık, milli geliri katladık, IMF’ye borcu sıfırladık.
Başbakan icraatları sıraladıkça... “Demek ki yapmanızın önünde bir engel yok. Ne istiyorsunuz” duygusu öne çıktı.
“Askeri darbelerle önümüzü kesmeye çalıştılar” vurgusunun da 15 Temmuz’dan sonra karşılığı yok. 
Cumhurbaşkanı her fırsatta... 
“Türkiye 12 Eylül’deki gibi değil. Artık ölümü göze alarak darbeyi engelleyen bir halk var” derken... 
“Öyleyse darbe tehlikesini bertaraf etmek için başkana gerek yok. Darbe karşısında gereğini yapacak halk var” gururu iyice kabarmış durumda.
Kısacası, ‘bürokrasi engeli kalkacak’ vurgusu boşta kaldı. 
İşin, “ekonomik büyüme” kısmına gelince...
İddia o ki son 5 yıldır yüzde 3 ortalama ile giden ekonomik büyüme hızlanacakmış...
İyi de Türkiye ekonomisi 2004 yılında yüzde 9.4 oranında, 2005 yılında yüzde 8.4 büyüdü. 2010, 2011 yıllarında rekor kırarak, arka arkaya yüzde 10’un üzerinde büyüdü.  
İktidar partisine muhalif olanları geçtim, bugüne kadar söz konusu rakamlarla övünen AKP’liler için de şu sorunun yanıtı boşta kaldı: “Parlamenter sistemde de Türkiye büyüme rekorları kırabildi. Başkanlık sistemi niye gerekli ki? Ne olacak da ekonomi uçacak?”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...