26 Mart 2017 01:00

Gazetecinin koltuk derdi

Gazetecinin koltuk derdi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gazetecilikte soruyu sorma biçiminiz, duruşunuz, karşı tarafa hitap şekliniz mesleğinize bakışınızı gösterir. Çünkü o randevuyu kendinizin ya da bir yakınınızın menfaati için talep etmemişsinizdir, sorularınızı da kendi adınıza değil kamu adına sorarsınız. Bu sorumluluğun farkındaysanız görüşmeye çok iyi hazırlanarak gidersiniz ki kimsenin aklında bir soru işareti kalmasın. Görüştüğünüz kişi yanıtlarıyla sizi ve kamuoyunu yanıltmasın, bilgileri gizlemesin, çarpıtmasın. Bu yüzden dikkat ederseniz gazeteciler, özellikle siyasetçilerle konuşurken, koltuklarında hiç rahat değildirler. Sürekli notlarını kontrol ederler, almaya çalıştıkları cevap bir türlü gelmedikçe sıkıntıyla kıpırdanırlar. Kulakları muhataplarında, elleriyle not tutarken bir yandan da bir sonraki soruyu düşünmektedirler. 

Siyasetçilere sorduğu zor sorularla tanınan ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci başarısının sırrını insanların sormaya cesaret edemediği soruları sorabilmesinin sonucu olduğunu söyler. Bazı gazeteciler yazarken ya da diğer gazetecilerle konuşurken cesur olabilirler ancak iktidar sahipleriyle yüz yüze geldiklerinde o cesaret kaybolur. Bu cesareti gösterebilen gazetecilerin karşısına çıkmak siyasetçiler için de zordur. Onlar için de sıkı bir hazırlık süreci söz konusudur. Gazetecinin bilgisi ve özgüveni karşısında sakince doğru yanıtları verebilmek oldukça stresli bir iştir. Yapılan yanlışlar hayat boyu siyasetçiyi takip eder. Gazeteci Ruşen Çakır’ın 2013’te Hopa’da öldürülen öğretmen Metin Lokumcu ile ilgili soruya “ses kasetlerini dinleseniz, resimleri görseniz emekli bir öğretmene bunlar yakışır mı diye düşünürsünüz” cevabını aldıktan “ama öldü efendim” sorusunu eklemesi ve o dönem Başbakan olan Erdoğan’ın “bilmem” cevabı yakın tarihimizin unutulmazları arasındadır.

Tahmin edeceğiniz üzere konuyu referandum yaklaşırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağırlandığı haber programlarına getirmeye çalışıyorum. Bu hafta CNN Türk – Kanal D ortak yayınında Hakan Çelik’in sorularını yanıtladı. Doğan Grubu için önemli bir yayındı. Gazete Duvar’ın yapmış olduğu hatırlatmaya göre Erdoğan en son 29 Mart 2013’te Hande Fırat’ın moderatörlüğünde Taha Akyol, Hakan Çelik ve Enis Berberoğlu’nun sorularını yanıtlamıştı. “Karargah rahatsız” haberi yüzünden Hande Fırat’a yönelik öfke geçmemiş belli ki, Taha Akyol iktidar medyası tarafından sık sık hedef gösteriliyor. Enis Berberoğlu milletvekili oldu, aynı zamanda MİT TIR’ları davasında müebbetle yargılanıyor. Soru sorabilecek gazeteciler muhalif damgası yiyip görevden alındı, geriye yalnızca Cumhurbaşkanının uçağına binme şerefine nail olan Hakan Çelik kaldı.

Uzun zamandır gözlemlediğim, izlerken beni tebessüm ettiren bir durum var, sizin de gözünüzden kaçmamıştır eminim. Erdoğan’ın karşısına geçen gazeteciler koltuklarına bir türlü oturamıyorlar. Hepsi her an kalkıverecekmiş gibi koltuğun ucunda, ellerini kollarını nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Soracakları sorunun cevabını alıp alamayacaklarının sıkıntısından değil, daha ziyade ilk kez kamera karşısına geçiyormuş gibi tedirgin bir hal. Çoğunlukla bedenleri öne eğik biçimde Erdoğan’ın ağzından çıkanları onaylamak üzere hazır bekliyorlar.

“Diktatör denmesi sizi incitiyor mu?”

Normal zamanlarda gazeteciler siyasetçilerle, iktidarın en tepesindekilerle görüşmek için fırsat kollar, seçim dönemlerinde ise siyasetçilerin medyaya ihtiyaçları vardır. Erdoğan’ın birkaç hafta önce yerden yere vurduğu Doğan Grubu’na çıkma sebebi aradaki buzların erimesi değil, kendisine mesafeli ama kararsız seçmene ulaşma isteği. Ne var ki karşısında bunu değerlendirip toplumun kendisinden beklediğini verecek, bir başka deyişle soru sorabilecek güçte bir medya yok. 

Son dönemin medya düşmanı siyasetçiler listesinde en tepelere aday olan Trump bile seçildikten sonra New York Times’a gitmiş, tüm haber merkezinin karşısına çıkıp soruları kendi üslubuyla yanıtlamıştı. Burada kuralları Erdoğan belirliyor. Yayın haber merkezinin stüdyolarında değil kendi seçtiği mekânlarda gerçekleşiyor, anlaşıldığı üzere gazetecileri de kendisi seçiyor. Programı gazeteciler açıp, girişte “hoş geldiniz” deseler de asıl konuk onlar. Zaman zaman “kamera şurayı net gösterirse” diyerek rejiye de müdahale ediyor.

Bir önceki hafta ATV-A Haber ortak yayınına katılmıştı. Karşısındaki gazetecilerden Banu El’in ilk sorusu “hangi maddeden başlamak istersiniz?”di. Hakan Çelik soruların hiçbirini ‘gazeteci’ sıfatıyla sormadı, hemen her soruya ‘efendim böyle eleştiriler var, ne dersiniz?’le başladı. Buna propagandada “aşılama yöntemi” deniyor yani karşınızdakine karşı görüşün kolayca çürütebileceğiniz argümanlarını sunarak kendi savunmanızı güçlendiriyorsunuz. Gazeteci burada, soru sormaya cesaret edemediği için, bu propaganda biçiminin kolaylaştırıcısı haline dönüşüyor.

Gazetecilik Türkiye’de artık kelle koltukta yapılan bir meslek. Yaşamını idame ettirme gayesiyle türlü baskıya katlanan meslektaşlarımızı hırpalamaktan ziyade, derdimiz mesleğin nasıl kurtulacağına kafa yormak olmalı. Ancak “hayır” kampanyası yapanlar her gün üçer beşer gözaltına alınır, tutuklanırken, altı milyon seçmeni olan bir partinin yöneticileri dâhil 13 milletvekili ve onlarca üyesi hapisteyken, Erdoğan yalnızca haber yaptıkları için cezaevinde olan, çoğu iddianame bekleyen yüzün üzerindeki gazeteciyi hırsızlıkla, çocuk istismarıyla ve terörist olmakla itham etmişken; bunların yerine “diktatör denmesi çok ağır bir ifade, sizi incitiyor, kırıyor mu?” sorusunu sormanın gazetecilikle açıklanacak bir yanı yok. Doğan Grubu’nu iktidar medyasından ayıran haftada üç gün tartışma programlarına iki-üç CHP’li siyasetçi çıkarmaksa referandumdan sonra o ‘sorun’ da halledilir. Ucuna oturulan koltukların fırlatma düğmesi de Erdoğan’ın elinin altında. Basın tarihi gazetecilik yerine iktidara yaslanıp propaganda aracı olan gazetecilerin ibret hikâyeleriyle dolu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...