22 Mart 2017 07:09

Entelektüel diaspora

Entelektüel diaspora

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cezaevi mi, yurt dışı mı? Türkiye gazeteciler, akademisyenler, çeşitli alanlardan aydın ve sanatçılar ile muhalif siyasetçiler açısından bir süredir bu ikilemin yabana atılamayacak boyutlarda yaşandığı bir ülke haline geldi.

Bir kişinin, kendisine dair cezai bir tehdit hissettiği durumda nasıl bir tercih kullanması gerektiği, nihayetinde kişisel bir karardır ve bunun üzerine yapılan ve yapılacak yorumlar görelidir. Ben de bu yazıda, bu sorunun yanıtından ziyade, insanlara doğup büyüdüğü ülkede bu ağır ikilemi yaşatan siyasal zeminle ilgileniyorum. 

Bu yazıyı yazarken Almanya’da beşinci günümdü. Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben dönmüş olacağım. Son bir yıl içinde de, Almanya ile birlikte İngiltere, Fransa ve Avusturya’ya gittim. 

Son iki yıl içinde ihraç edilmiş ve Türkiye’de maaşı kesilmek dışında kendi alanında iş bulabilme imkanları da ortadan kaldırılmış olan pek çok akademisyen, doğrudan siyasal iktidardan gelen bu sıkıştırılmışlık hali karşısında çareyi başka bir ülkede aramak zorunda kaldı. Bu açıdan görebildiğim kadarı ile Avrupa ülkeleri başta geliyor. Yukarıda saydıklarıma Yunanistan’ı da ekleyin.

Hitler döneminde Türkiye’ye Almanya’dan çok sayıda bilim insanının gelişine tanıklık edilmişti. Bugün ise, Türkiye’den Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP kurmaylarının ‘Nazi’ suçlaması yönelttikleri Avrupa ülkelerine yoğun bir gidiş var.

Akademisyenler ile birlikte pek çok gazeteci de aynı durumda. Buna başka çeşitli alanlardan aydın ve sanatçılar ile siyasetçileri de ekleyin. Son iki yıl içinde, Avrupa’ya böyle duygularla gelmiş akademisyenler ve gazetecilerle konuşma fırsatım oldu. Her birinin kendi hikayesi, benzer noktalarla birlikte ayrı bir derinlik içeriyor. Nihayetinde her insan ayrı bir dünya. Üç  gün önce Almanya’da denk geldiğim ve Türkiye’den tanıdığım, yabancı gazetecilere fixerlık yaparak geçimini sağlayan bir arkadaşımın anlattıkları ayrıca sarsıcıydı. Türkiye’de yaşadığı ortamı sevdiğini vurgulayarak söze giren arkadaşım, birlikte çalıştığı yabancı gazetecilerin son dönemlerde Türkiye’de gazetecilik yapamaz hale geldiklerini, kendisinin de bu nedenle Almanya’ya geldiğini söyledi. 16 Nisan referandumu sonucunda da hiçbir şeyin değişmeyeceğine inandığını belirtirken, Türkiye’de yakın ve uzak dönem için hiçbir ışık göremediğini de ekledi. İç savaşı da yabana atılmaması gereken bir ihtimal olarak gördüğünü söyledi. Endişeliydi, tedirgindi. Türkiye’de hâlâ gazetecilik yapılabileceğini düşünerek çabalayanlar için de hiç iyimser değildi. 

Bu arada, Avrupa’da rastladığım gazeteci meslektaşlarımın ve bir kısmı uzun yıllardır arkadaşım olan, bir kısmını da Avrupa’da tanıdığım akademisyenlerin, burada ununu eleyip, eleğini asma hali içinde olmadığını da özellikle eklemeliyim. Bazılarıyla Avrupa’da ortak panellere katıldığım oldu. Çeşitli biçimlerde mücadeleye devam ediyorlar ve Türkiye’de zor durumda olan meslektaşları için de dayanışmalar örgütlüyorlar. 

Bu tabloyu bir tür entelektüel diaspora hali olarak tanımlamak sanıyorum artık abartı olmaz. Aralarından bazıları Türkiye’ye gidip gelmeye devam ediyor. Durumunu riskli görenler, pasaportunun iptal edilmesi gibi bir sürpriz ile karşılaşabileceğinden endişe edenler ise, dönüşünü ülkenin siyasal ikliminin uygun olduğuna inandığı bir zamana erteliyor. 

Barış isteyen akademisyeni hain ilan eden, hedef gösterilmesinin ardından uğradığı silahlı saldırı sonrası kendisini ülkesinden gitmek zorunda hisseden gazeteciyi ‘ajan’ ilan eden zihniyet, bu ortamın yaratılmasının baş failidir.

Unutmayalım, Almanya’da Hitler faşizminden kaçarak Türkiye’ye gelen bilim insanları, ürettikleriyle saygı uyandırırken, tarih Hitler’in sonuna tanıklık etmişti.

Bugün de, bir benzerini bu kez tersinden yaşamak bence hiç de yabana atılabilecek bir ihtimal değil. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...