20 Mart 2017 00:40

‘Evetçiler’in çaresizliği söylem ve eylemlerine yansıyor

‘Evetçiler’in çaresizliği söylem ve eylemlerine yansıyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Evet” cephesi çok sıkıntılı; referandum günü yaklaştıkça sıkıntı büyüyüp strese dönüşüyor, stres ruh hallerini alt üst ediyor, kimyalarını bozuyor, istismarcılıkta sınır tanımıyor, çılgınlık düzeyinde iddialar ortaya atıyorlar. 

“Evet”çi yetkililer, devletin uçaklarını, helikopterlerini, makam arabalarını, pervasız biçimde kullanıyorlar; devletin ve yerel yönetimlerin bütçelerinden yapılan yatırımları AKP’nin kasasından harcanmış gibi gösteriyorlar; devlet ve Hükümetin tüm imkanlarını referandum rüşvetine dönüştürdüler. Önceki gün temeli atılan Çanakkale Boğazı’na da yaptırılacak “Çanakkale 1915” köprüsü de bir referandum propagandasına dönüştürüldü ve “Devlet kasasından beş kuruş çıkmadan yapılacak” yalanı öne çıkarıldı. Osman Gazi ve 3. Boğaz Köprüsü’ndeki skandalın; geçenden beş, geçmeyenden 10 alınan tipik “Deli Dumrul projesi” olduğunun rakamlarla ortaya çıkmasından sonra bile yalan kampanyası durmadı.

‘YOK ARTIK!’ DEDİRTEN UYGULAMA!

Öte yandan istismar, devlet kasasından rüşvet dağıtımı yeni bir boyuta ulaştırıldı. Belediyelerin kent merkezlerindeki panoları “evet” afişleriyle doldurulurken, belediyelerin tüm imkanları da “evet”e seferber edilmiş bulunuyor. Kadro isteyen “taşeron” işçiler, görüştükleri  yetkililerin, bunun için “önce evet demeleri“ şartını öne sürdüklerini söylüyorlar.

“Evet”çi belediyelerin işi, ücreti belediyeler tarafından ödenen işçilere referandumda “evet bildirisi” dağıttırmaya kadar götürdükleri anlaşılıyor.

Dün Evrensel’in manşetindeki, Mamak Belediyesi’nin işçilere önce mesai saati içinde, sonra da mesai saati dışında Başbakan Binali Yıldırım’ın “evet” mektubunu dağıttırdıkları haberi, işçilerin bu konuda söyledikleri,belediyelerin istismarcılığı nereye kadar götürdüklerini gösterdi.

DİN İSTİMARCILIĞINDA DA SINIRLARI YOK!

“Evet”çiler istismarı sadece devletin ve yerel yönetimlerin imkanlarını istismar ile de sınırlı değil. “Evet”çi propaganda “Hayır” cephesinden söylenenleri çürütemeyince, kafa karışıklığı yaratmak için din istismarcılığında sınır tanımamayı da öne çıkardı. 

CHP milletvekili ve eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Trabzon’daki konuşmasında, “tek adama verilen yetkileri” eleştirirken söylediği, “Bu kadar yetkiyi peygambere verseniz onu bile bozar” sözleri, “evet”çi propaganda  tarafından “Baykal peygamberimize hakaret etti, ahlaksız,...dedi” biçiminde propaganda ediliyor.

Başbakanın başını çektiği, bakanların da onun arkasında dizildiği koro, yandaş basının da desteğinde günlerdir bu din istismarcısı geleneğin, silah depolarında ne kadar pis silah varsa onlarla saldırıyor “Hayır” diyenlere! Böylece, “tek adama hayır mı evet mi” tartışmasını “peygamberi seven evet desin”e dönüştürmeye çalıyorlar. Yani çatışmayı kendi sahalarına, bugüne kadar halkın en geri duygularını istismar ederek “kazandıkları”, ortaçağ değerlerinin hüküm sürdüğü sahaya çekmek istiyorlar.

‘MEDENİYETLER SAVAŞI’ YALANINA SARILMAYA KADAR GELDİLER

Nitekim o kadar “yaptırım”, “asarız”, “keseriz”den sonra Almanya ve Hollanda’yla (AB ile demek daha doğru) girilen diplomatik-siyasi krizi, Cumhurbaşkanı ve AKP Hükümeti, “Haç-Hilal savaşı” (Medeniyetler arası savaş) olduğunu ilan ederek, din istismarcılığını yeni bir safhaya taşımaktan kaçınmadı.

“Neoconlar”ın ideologu, Huntigton’nun çeyrek yüz yıl önce dünyanın halini;

-İşçi sınıfı ile burjuvazi,

-Ezilen halklarla emperyalizm,

-Emperyalistler arasındaki çıkar kavgası gibi temel çelişmeleri yok sayan ve “yeni dünya”nın Yahudi–Hıristiyan medeniyeti ile İslam medeniyeti arasındaki savaşı Hristiyan dünyasının kazanmasıyla çözüleceğini iddia eden kuramını Erdoğan, Batı ile yarattığı çatışmayı, bir İslam-Hıristiyan medeniyetleri çatışması gibi göstermeye ve bu savaşı İslam’ın kazanmasıyla insanlığın huzura ereceğini iddia etmeye kadar vardırdı.

Dahası Cumhurbaşkanı “Hayır” diyenleri batı emperyalizminin yanında, “evet”i  İslam’ın zaferinin bir adımı olarak ilan etti. Oysa Huntington’un kuramı, Bushçuluk ve neokonculula birlikte çoktan çöpe atılmıştı.

Üstelik o kuramın arkasında koca bir ABD ve bir ölçüde de batılı büyük ülkeler vardı. Batıya meydan okuyan bu yeni “medeniyetler savaşı” iddiasının arkasında ise bütün ilerleme potansiyelini tüketmiş, iç ve dış politikası çökmüş, arkasında İslam dünyasının başlıca ülkelerinin bile yer almadığı Erdoğan-AKP Hükümeti vardır. Yani ortada sadece bir retorik, bir propaganda referandumda “evet” çıkması için ortaya atılan altı boş iddialar vardır. 

ÇARESİZLİK ‘EVETÇİLER’İN KİMYASINI BOZDU!

Bu büyük dünyaya meydan okuyanlar, içeride kara  propaganda ile”hayır” diyenleri, “teröristlerin yanında” olmakla suçlayarak, toplantıları basarak, yasaklayarak önlemeye çalışmaktadırlar.

Son günlerde, CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke’nin Boğaziçi Üniversitesi’nde, Ankara Bağımsız Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın Bilgi Üniversitesi’nde, MHP muhalifi Meral Akşener’in Niğde’de yapacağı toplantılar yasaklandı. Yine MHP muhaliflerinin toplantıları MHP yönetimi tarafından sistematik olarak ülkücülerin saldırılarıyla engellenmek istenmektedir.

HDP il ve ilçe yöneticilerine, gençlik ve kadın örgütlerine yönelik kesintisiz süren polis operasyonları da büyük ölçüde “Hayır” için çalışmaları önleme kapsamındadır. 

Kuşkusuz bütün bunlar sağlıklı vücut ve kafadan çıkacak iddialar ve uygulamalar değildir. Tersine, bunalımın yol açtığı sürekli stresin “krize sürüklenme” “ruh hali”nin eseridir.

Ama “bunalım”, “stres”, “kriz”diye ifade ettiğimiz, ruhsal sorunların kaynağı elbette biyolojik değil siyasidir.

Çünkü eldeki sınırsız devlet-hükümet-yerel yönetim imkanlarına ve devasa kara propaganda aygıtına karşın “evet”e bir türlü istedikleri desteği sağlayamamaları, “bu cephede” bir “kimya bozukluğu”na yol açmış bulunuyor.  Ki, “evet”e bir iki puan destek getirdiği iddia edilen (böyle bir destek getirdiği de  ayrıca tartışmalıdır) Avrupa ile krizin bile “evet” saflarında gerekli rüzgarı sağlamadığı artık yandaş basına da yansımış bulunmaktadır.

Dün Vedat İlbeyoğlu’nun köşesinde belirttiği gibi, “mağduriyet” gibi, “din istismarcılığı” ve “milliyetçi hamaset” de eskisi gibi prim yapmamaktadır.

Bütün bir politik yaşamlarından bildikleri  “din ve milliyetçilik” istismarcılığı olanlar, bu durum karşısında yalanı, demagojiyi, din ve milliyetçilik istismarcılığını daha ileri götürmekten başka ne yapabilirler ki!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...