15 Mart 2017 01:00

Gerilim siyasetiyle kanayan ülke

Gerilim siyasetiyle kanayan ülke

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye 16 Nisan’da gerçekleştirilecek başkanlık referandumu öncesi, kelimenin gerçek anlamıyla hastalıklı bir ruh halinin yukarıdan aşağıya boca edildiği günler yaşıyor. 

Bir özel harp faaliyeti olarak planlanan ve Selanik’teki Atatürk’ün evinin bombalandığı yalan haberiyle tetiklenen 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla, Türkiye’deki azınlıklara yönelik nasıl bir büyük felaketin örgütlendiğine yakın tarihimiz tanıktır. O günler, bu ülkeye, devlet eliyle büyük bir utancın yaşatıldığı günlerdi.

Yerleşmiş bir demokrasi bilincine sahip olmayan toplumlar için maalesef bu tür tarihler kötü bir anı olarak da kalmıyor. Yönetenler tarafından ihtiyaç duyuldukça döne döne yeniden geri çağrılıyor.

AKP’nin bakanlarının, 2008’de dönemin Başbakanı Erdoğan’ın imzasıyla ‘Yurt dışında her türlü propaganda yasaktır’ maddesi seçim yasasına eklenmiş olduğu halde, seçim mitingi için gitmekte ısrarcı oldukları önce Almanya ile başlayan, ardından Hollanda ile zirvesine çıkan kriz, başka Avrupa ülkelerinin de açık tutum ifade eden beyanlarıyla sürüyor.

Ve tüm olup bitenler, AKP tarafının hiç sorumlu olmadığı, Türklere ve Müslümanlara yönelik bir ‘Neohaçlı seferi’ gibi sunuluyor.

İktidara yakın gazetelerden Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün önceki gün “16 Nisan’a kadar herkes tetikte olsun!” başlığıyla yayımlanan yazısı, bu politikanın özeti gibiydi. Şöyle diyor Karagül: “Aslında bu, bir saldırı değil, savunma.. İstanbul’da, Ankara’da, meydanlarımızda, sokaklarımızda vuramadıkları için kendi ülkelerinde, topraklarında, şehirlerinde savunmaya geçtiler. Artık Amsterdam’da, Rotterdam’da, Düsseldorf’ta, Zürih’te savunma hatları oluşturuyorlar.

Bu; kaybedişin, tükenmişliğin, çaresizliğin, o bileği bükememenin verdiği hazımsızlıktır. Türkiye büyürken, yükselirken onların çöküşe geçmesinin verdiği kıskançlıktır. Avrupa başkentleri eskirken, küflenirken, Türkiye’nin yıldızlaşmasına, parlak bir geleceğe bayrak açmasına duyulan öfkedir.” 

Ve şöyle devam ediyor: “16 Nisan’a kadar teyakkuzda olun...

Bu aşamadan sonra referandum bir milli seferberlik konusudur. Türkiye ekseni ya da Türkiye karşıtı cephe, hangisine ait hissettiğimizle ilgili bir durumdur. Bütün siyasi kimliklerimizin üstünde bir Türkiye mücadelesidir. Bütün Avrupa’nın, terör örgütlerinin, Türkiye düşmanlarının ‘Hayır’ cephesinde harıl harıl çalışması kör olanların bile gözlerini açmaya yeterlidir.”

Fehmi Koru’nun aynı gün, ‘fehmikoru.com’da, “Avaz avaz bağırmak istiyorum: Galiba yine oyuna getiriliyoruz..” başlığıyla yayımlanan yazısı ise, bu geleneği yakından tanıyan birinin, bu politik yaklaşımlara bir yanıtı gibiydi. Rusya ile yaşanan krizi hatırlatan Koru, Türkiye ve Rusya’nın bu krize verdikleri tepkileri özetledikten sonra, bugün izlediği politika ile kazanan tarafın Rusya olduğunu anlattıktan sonra yazısını bir Çin atasözü ile bağlıyordu: “Çinlilerin binlerce yıllık kültürlerinden elde ettikleri hikmeti yansıtan bir sözleri var: ‘Sevinçli anında kimseye vaatte bulunma, öfkeli anında kimseye cevap verme.’ Bu günlerde kime hitap ediyor olabilir bu söz?”

İbrahim Karagül, yazısında tarihi 15 Temmuz darbe girişiminden başlatıyor ve bu girişimin ‘çokuluslu bir saldırı’ ile bugün devam ettiğini öne sürüyor. Aslında akıl, bu kadar sığ bir karşılaştırmanın içine hapsedilemez. Bir adım daha geri çekilip bakıldığında, Türkiye’nin en azından yakın tarihimiz açısından, AKP’nin tek başına iktidar olma şansını yitirdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana, sürekli kan kaybettiği bir gerilim siyasetine sürüklendiği görülecektir. Cumhurbaşkanının ve iktidarın, sonuçlarını yok saydığı o seçimlerden 1 Kasım seçimlerine kadar gelinen süreçte nelerin yaşandığı biliniyor. Uluslararası Af Örgütü’nden sonra yayımlanan BM raporu da bu konudaki ağır bilançoyu gözler önüne serdi. Şimdi de, ‘Türkiye’ye tarihi bir eşiği atlatacağı’ propagandası ile dayatılan bir başkanlık seçimi öncesi, kimi bulursa onunla kavgalı hale getirilen bir Türkiye fotoğrafının içine adeta hapsedilmek isteniyoruz.

Kuşkusuz Hollanda’daki seçimler bakımından bu gerilimin sonuçlarından faydalanmak için hareket edenler, halklar açısından felaketten başka bir şeye yol açmayan bu tablonun sorumluluk hanesinde duruyorlar. Ancak, Türkiye’nin ilericilerinin bu manzara karşısında, önce bu hastalıklı halin kendi ülkelerindeki kaynaklarıyla yüzleşmek gibi bir sorumluluğu var. Bu hastalıklı hal, portakal bıçaklamak, ineğini kesmekle başlayarak, AKP’lilerin, Şişli’de ‘Hollandalı’ diye bir başka ülkeden gazeteciye saldırmasına kadar vardı.

Son olarak, Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıkladığı Hollanda’ya uygulanacak yaptırım kararları, Türkiye’nin referandum günlerine kadar, sokaklardaki bu hastalıklı ruh halini besleyen bir siyaset ile yönetilmek istendiğine dair Hükümet iradesinin ilanı oldu.

Belki bir Afrika atasözü ile noktalamak anlamlı olabilir: “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...