14 Mart 2017 01:00

Baharı beklerken

Baharı beklerken

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1967 eylülü olmalı. 19 yaşında ve Londra’dayım. Trafalgar Meydanı’nda 2. Enternasyonal’den kalma İngiliz Sosyalist Partisinin Kapital’in 100. yılı vesilesiyle düzenlediği mitinge katılıyorum. Ve Partinin benim doğduğum yıl yani 1948’de yayımlamış olduğu Komünist Manifesto’yu alıyorum heyecanla. Süleyman Ege’nin Ankara’da Manifesto’nun Türkçe ilk baskısını yapmasına henüz bir yıl var. Zaten çıkar çıkmaz da soluğu mahkemede alıyor. Muzaffer Erdost, Ankara’da Sol Yayınları’nı kuralı 3 yıl olmuş. Kapital’in ancak 1. cildini 5 kitap halinde yayımlamakla meşgul. Yeni kuşak heyecanla sosyalizmi keşfediyor. 

Angel semtinde kaldığım pansiyonun Hintli yeni sahibinin kapının önüne bıraktığı Lenin’in 12 ciltlik ve Marx’ın Seçme Yapıtlarına, Kapital takımına heyecanla el koyuyorum.Evin sahibinin İngiliz Komünist Partisi üyesi olduğunu, yine bıraktığı günlüklerinden öğreniyorum. Adam Kanada’ya göç ederken onları bile bırakmış. Neyse dönüşte Sirkeci Garı’ndaki gümrükte bir sorun çıkmıyor.

Televizyondan Londra’daki Çin Elçiliğinden ellerinde Kızıl Kitap’larla  ve Mao Zedung kılığıyla slogan atarak çıkan elçilik mensuplarının karikatürlere konu olmuş eski tipik kılıklarıyla İngiliz polisi tarafından geri itilmeye çalışılmasını, karşılıklı itişip kakışmayı izliyorum. O zamanlar İngiliz polisi silah olarak sadece cop taşıyor.

Che diye Kübalı bir devrimcinin aynı yıl Bolivya’da bir CIA operasyonu sonucu öldürüldüğünü okuyoruz.

Öğrenci kampında Yunanistan’dan gelen Stavros adlı bir arkadaşa Türkiye’de parlamentoda TİP diye Sosyalist bir partinin var olduğunu anlatıyorum. O ise bana yakınarak aynı yıl darbe yapmış olan Albaylar cuntasını anlatıyor. Jose adlı Salazar Portekizi’nden gelen arkadaşım ise, İngiltere’ye vize alabilmek için nasıl bir yıl uğraştığını, Salazar rejiminin İngiltere ve Fransa’yı bile yarı komünist ülke olarak gördüğünü anlatıyor. Franco İspanyası’ndan ise gelebilen yok. Ve ben ülkemle gurur duyuyorum onlarla konuşurken. Bulgaristan ve Yugoslavya’nın transit vizesi dışında tek bir vize almadan trenle gelmişim Londra’ya.

Şimdi şantaj yöntemi ile vize hakkı sağlanmaya çalışılıyor T.C. yurttaşları için! İngiltere’ye TMTF yani Türkiye Milli Talebe Federasyonu aracılığıyla gitmiştim. Onun İngiltere Üniversite Öğrenci Birliği ile yaptığı Gençlik Çalışma Kampı projesi çerçevesinde. Henüz Demirel, en üst üniversite öğrenci birliği olan TMTF’ye saldırıp kapattırmamış. Henüz bütün üniversitelerde öğrenciler kendi temsilcilerini seçebiliyorlar. Bir yandan da Demirel, Komünizmle Mücadele Derneklerini yaygınlaştırmakla meşgul. Düşünün ki ülkede henüz ne Komünist Manifesto, ne tam olarak Kapital yayımlanmış ve ne de bir komünist partisi var, illegal düzeyde bile. Adamların derdi parlamentoda 15 üyesi olan TİP’in defterini dürmek. Nâzım Hikmet okudu diye Çetin Altan’ı Mecliste linç ediyor AP’liler. 

Erzurum’da heyecanlı genç bir imam ise, şube başkanı olduğu KMD’nin Ankara’da düzenlediği Komünizmi Telin Mitingi’ne katılmak için yol hazırlığında olacaktı bir yıl sonra. Bugün Gazetesi Başyazarı Mehmet Şevki Eygi, Endonezya sol kırımını, şehvetle anlatıyor ve tehditler savuruyor sosyalistlere. Üniversite gençliğinin kitlesel ortak örgütü TMTF’yi kapatıp, TMTB’yi “muhafazakar” gençlere teslim ediyor Demirel yönetimi.

Ve Deniz, ilk kez Cağaloğlu’da TMTF’nin kapatılmasını bina önünde protesto eden gençlere coplarla saldırılmasını, bizzat emniyet müdürü nezdinde “Siz ne yapıyorsunuz?” diye sorguladığı için gözaltına alınıyor.

Bir yıl sonra Mücadele Birliği adlı İslamist bir örgütün mensupları, 1972 yılında Filistin’de ölen Yücel Özbek’i bıçaklayacak üniversite bahçesinde. Henüz Ülkücüler sahnede yok. Onların sahneye çıkması için 1969 yılını beklemek gerek. Ve birkaç yıl içinde 12 Mart günlerine sürükleniyor Türkiye. 

Bütün bunları bana Latife Fegan’ın bir notu hatırlattı: “Hafif güneşli bir 12 Mart sabahında 1 saattir yürüyorum ve 1971’in hayatımda yarattığı altüstlükleri düşünüyorum. Stockholm’de havada bahar kokusu var. Karlar erimeye başladı. Bir göl kenarında oturuyorum ve göl üzerindeki yer yer hâlâ erimemiş buz tabakalarına bakıyorum. Kuş cıvıltılarından başka bahar göstergesi olan bir şey yok doğada. Ağaçlarda en küçük kıpırtı yok henüz.12 Mart 1971 güneşli bir gündü İstanbul’da. Ben baharı böyle yaşıyorum 40 yıldır. 12 Mart’ın benim yaşamımdaki etkisi. Daha ne çok hayatlar değişti, söndü! Ve bugün geldiğimiz yer! Bugün bahar kıpırtısına rağmen ben iyi değilim!”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...