03 Mart 2017 00:34

‘Edep yahu’: Şeriat edebi, kuralsız despotizm ve demokratik edebiyat

‘Edep yahu’: Şeriat edebi, kuralsız despotizm ve demokratik edebiyat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Mart gelmişse nisan da gelecektir. Mevcut hal ve şerait içinde mayısı da göreceğiz. Bu bir tür doğanın adabı değilse de işleyişi, güneş ile dünya arasındaki ilişkinin, galaksi sistemlerinin, kozmosun hareketi içindedir.

Dünya aksi yönde gidebilir mi bilemiyorum ama “bing bang” veya kopuş teorisine sosyal olarak bakılırsa bir tür edepsizlik yüklenebilir. Depremler de öyle.

Evrim teorileri de baştan verili olana ki o neydi veya baştan olandan başka bir şey var mıydı, baştaki her neyse ona büyük bir saygısızlık ve edepsizlik sayılabiliyor. Karmaşa, kaos teorileri de bir tür edepsizlik üzerine kurulu görülebiliyor.

Doğaya, domuza, tavuğa, kuşa… edep veya edepsizlik değeri atfedilebilir mi; doğayı bilemem, tümü birden mi bilemem ama sosyal olaylar diyalektiktir yani birden fazla doğrusu vardır veya mutlak bir doğrusu yoktur veya bir tür edepsizlik içeriyor.

Eksikliklerden muzdarip insanlar eksiksiz olanı arıyor.

Kuralsızlık arttıkça kural arayışını tetikliyor. Hayat veya anlam bunalımı içindeki insanlar için, varoluşçuları bilmem ama en azından dindarlar için insan yapısı yasalar “düzen” ihtiyacını karşılayamıyor, düzensizlik içindeki toplumlara bol bol peygamber iniyor. Peygamberlik bitti mi yoksa büyük kuralsızlık-kargaşalar durumunda yine yeni peygamberlere ihtiyaç mı hasıl oluyor, bunun yanıtı daha genel ve köklü teorileri gerektiriyor, hem siyaset bilimciler hem de psikiyatri bu konularla çok uğraşıyor.

Anlayacağınız Türkiye örneğinde, Ortadoğu örneğinde, hatta yaşam örneğinde istikrarsızlık, kargaşa ve kamplaşmada, içte dışta çatışmalı ortamda, savaşlara bulaşmada, Kardak’a inip çıkmada veya karşısına oturup hayıflanarak seyretme durumunda halk sahi veya sahte peygamberler aramak durumunda kalabiliyor.

Türkiye ağır bir savrulmayla “mutlak biri” arıyor, böyle olunca da “mutlakıyetçi” bir edebe, Montesquieu gibi batılı hukukçuların, sosyal tarihçilerin gözünde “kuralsız despotizme”, büyük bir demokratik edepsizliğe varıyor, Weber’in anlatımıyla “Tanrı’nın temsilcisi padişahlık” veya “patrimonyalizm” “kuralsız despotizmin” edebini oluşturuyor ki, bunun hikmetini anlayamayan oryantalistler demokratik anlamda bunun büyük bir hukuksal edepsizlik olduğunu, kuralsız despotizmden demokrasiye varılamayacağını ileri sürüyorlar.

Sadece Batılılar olsa neyse de yereldekilerin bir kısmı da “Batı demokrasisi” diye tutturuyor, kendi yerli geleneklerini, kendi tarihi birikimlerini veya birikimsizliklerini yeterince anlamayarak zımnen veya doğrudan bu “edepsizliğe” katılıyor, şeriattan kopuk politikalar yapıyor.

“Demokrasi” batılı bir kavram olup kuralsız despotizim veya Osmanlı Batıya ait kavramlarla, demokratik yapılanmalarla aşılamaz, kaldı ki Batı da cebelleşip duruyor zaten.

Tüm kuralsızlıkları aşacak “şeriat”, şeriat edebi “mutlak” olarak çözecekken sorunu, geçici dünyevi veya ölümlü insana ait kurallarla devam etmek, dahası kuralı insana, topluma, doğaya bağlayıp tümden dayanaksız hale getirmek büyük bir basitlik, fena bir dünyevilik oluyor ki, bunun uzaktan yakından mutlakıyetçi edeple ilişkisi bulunmuyor.

Buraya kadar bu eleştiriler kabul edilebilir de ya şeriatı savunanın bunu demokrasiyle açıklamaya kalkmasına ne demeli?

7/24 polemikler üzerinden “güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı” tartışmaları yapılıyor, bunun yasamayı, güçler ayrımını, demokrasiyi ne kadar güçlendireceği yalanları havalarda uçuşuyor. Getirilen sistem kişiyi güçlendirme, kişiye bağlı, padişahlığı aratmayacak bir rejimdir denilse, en azından şeriat edebiyle örtüştürülebilir, bunu haklı bulmasak da çok dürüstçe olur, doğru dürüst konuşma adabı olur.

Ama zaten eksiklik padişahlık arayışını tetikliyor, işin adabı edebiyatı bu denebilir.

Kaotik durumlar mutlakıyetçi despotizmi zorunlu kılıyor.

Roma da Osmanlı da 3.Reich da (Hitler) kaotik durumlara rahatsızlık hastalığından öldü, halka çektirdikleri acıların veballerini nasıl ödeyecekler, onun bende yanıtı yok (Halkın da bundaki vebali nedir, onu da ayrıca konuşmak gerekiyor).

İşin en zor kısmı, edepsizlik aynı zamanda özgürlüklerin ve değişimin (bozuluşun) ayrılmaz, sembiyotik bir parçasını oluşturuyor.

Dahası “eksikliği”, “bozuluşu” dinler tüm yaratılmışların ortak özelliği sayıyor ki, o halde insanın ve doğanın daha baştan en azından bir yönüyle edepsizlik içerdiği kabul ediliyor.

Edepsiz olandan bir edep çıkar mı, çok paradoksal bulunuyor.

İnsan ve doğa maalesef paradoksal bulunuyor ve insan bu paradoksu yani kendisi olan insanı aşmak istiyor.

Demokrasi, insana ve bu dünyaya ait bir inşa, dolayısıyla bir tür edepsizlik potansiyeli taşıyor; Madonna Trump’a ağır laflar diyor; demokratik edebiyat ve özgürlükler düzenden daha çok da fantezileri içeriyor.

Kendisini ve kendisi de olan yaşamı asil görmeyenler kulluk edeceği düzen ve reisler arıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa