19 Şubat 2017 03:28

Benim filmlerim vardı

Benim filmlerim vardı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Çocukluğumun Yeşilçam’ı en çok Ahmet Tarık Tekçe, Suphi Kaner, Yıldırım Önal ve Yılmaz Güney’di fakat sadece bu kadar değildi. Orhan Günşiray’dı, Cüneyt Arkın’dı, Sami Hazinses’di, Vahi Öz’dü, Hüseyin Baradan’dı, Necdet Tosun’du, Mürüvvet Sim’di, Mualla Sürer’di... 70’li yılların başında şimdiki adı Gazeteci Erol Dernek Sokak olan sokaktaki “Ata’nın Kahvesi”nin önünden geçtiğimde en çok Arap Celal’i görürdüm. Sokağın öbür ucunda Hayati Hamzaoğlu görünürdü. Havva Sokak’ta Renan Fosforoğlu’na, Anadolu Pasajı’nın önünde Cevat Kurtuluş’a, Yeşilçam Sokak’ta “Tecavüzcü Coşkun”a rastlardım. O yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul sinema demekti. Yeşilçam’ın o büyülü dünyası her zaman insanları içine çekmişti. 

60’lı yıllarda Sadri Alışık Turist Ömer, Göksel Arsoy Altın Çocuk, Yılmaz Güney Eşref Paşalı filminde ve daha birçok filmde “gangster”di. Bol yıldızlı, geniş kadrolu filmler vardı en çok. Bir dönem Turgut Özatay’sız film yok gibiydi. Ahmet Tarık Tekçe o kadar çok filmde oynuyordu ki kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe’siz film olmaz deniyordu. Killing filmlerinin yanı sıra o yıllarda Hüseyin Baradan Çekilin Aradan ya da Her Yol Helal Zımbala Bilal gibi filmler de vardı. İrfan Atasoy “uçan adamdı” ve “kendi taklalarını kendi atar” denirdi. Yılmaz Köksal “komik kovboy”, Danyal Topatan Camoka, Dursune Şirin de çocukluğumuzun “Arap bacı”sıydı. 

Sadri Alışık’lı Red Kit filminin çiftlik sahibi “iyi kalpli moruk amcası” Ali Şen’di, avukat Karasakal da gerçek haydut. Atını Seven Kovboyda Red Kit Daltonlar’a karşı mücadele eder. Dalton Kardeşler’in Sami Hazinses’i, posta arabasını soyarlarken “leydiler, centilmenler sakın kımıldamasın eller, inin aşağıya beyler” diye seslenir arabadakilere. Filmin kötü adamları tabii ki Kudret Karadağ ve Süheyl Eğriboz’dur. Sevimli Şerif Cevat Kurtuluş, filmin güzel kadını Bayan Mercedes de Figen Han’dır. Filmin yönetmeni Aram Gülyüz 1974 yılında çektiği bu filmden 4 yıl önce de İzzet Günay’lı bir Red Kit çekmişti.

‘VARSIN FAKİR OLAYIM’

Yılmaz Güney’li, Cüneyt Arkın’lı filmler kadar Ayşecik’li, Ömercik’li, Yumurcak’lı, filmler de büyük ilgi görüyor, mutlu sona hep birlikte seviniliyordu. Ezilen, horlanan, hep ağlayan Ayşecik’in, sevimli Ömercik’in, Afacan’ın, Yumurcak’ın, Sezercik’in yanı sıra o filmlerin iyi, sevimli ve babacan insanları Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Necdet Tosun, Sami Hazinses, Suna Pekuysal, Hüseyin Baradan, Cevat Kurtuluş’la da bütünleşirdik. “Bana annemi versin, bütün servet onun olsun. Ben para pul istemiyorum, annemi istiyorum” diyordu Yavrum filminde Ayşecik. Ayşecik Fakir Prenses filminde de babası o doğmadan ölmüş, mahallede herkesin prenses dediği biridir. Günün birinde prenses olur. O filmde de “ben sevdiğim insanlar arasında yaşayayım da varsın fakir olayım” der.  

ENTELEKTÜEL GANGSTER

Yarın Son Gündür filminde Yılmaz Güney entelektüel bir gangsterdir. Lakabı ‘kara çocuk”tur, rol arkadaşı Fatma Girik’in de “mavi çocuk”. Bilal İnci “kemikkıran”, Süleyman Turan “komser Sülüman”, Feridun Çölgeçen de “aslan avcısı Yakup Bey”dir. Yılmaz Güney, senaryosunu kendi yazdığı ve yönettiği filmde, kendisini tehdit eden Yakup Bey’e “belki artist olurum, beni Yılmaz Güney’e benzetirler” der. Aldığı yanıt “yok canım sen o kadar çirkin değilsin”dir. Filmin bir başka sahnesinde Mavi Çocuk’a “biz usturanın her zaman keskin tarafında yürüyoruz. Önümüzde mezarlıklar ve hapishaneler var” der. Yılmaz Güney’in gerçek yaşamında da hep hapishaneler oldu. Güzel, sıcak insan bakışlarıyla, boynunu yana eğmesi, oynadığı her rolün ona yakışması ve kendine özgü çizgisiyle kendi kuşağını olduğu kadar kendinden sonra gelen kuşakları da etkilemiş bir sinemacıydı Yılmaz Güney.

Yeşilçam’da filmler bin bir zorlukla, yokluklar içinde, insan emeğine ve “yaratıcılığına” dayanarak yapılıyordu. Bir avuç inançlı sinemacının, yönetmenin ve her biri doğal yetenek olan oyuncuların, sinema emekçilerinin olanaksızlıklar içinde ortaya çıkardıkları filmler, halk tarafından beğeniyle izleniyordu. 70’li yılların ortalarına kadar sürdü bu durum. Sonra büyü bozuldu. Gittikçe daha az film çekilir oldu. Seyirci salonlardan uzaklaştı(rıldı). Arkasından çok kanallı televizyonlar ve videonun etkisiyle kriz derinleşti, sinema salonları arka arkaya kapanmaya başladı. Birçok yapımcı sinemadan kazandığı parayı sinemaya aktarmadı. “Han hamam” sahibi kimi yapımcılar, işletmeciler, sinemacılar salonlar kapanırken, pazarı Amerikan sinemasına kaptırırken sessiz kalmayı seçti. Birçok sinemacı para yok gerekçesinin arkasına saklandı.

Geldik bugünlere. Popüler Yeşilçam filmleri dönemi bitmiş, yeni bir dönem başlamıştı. Popüler Yeşilçam filmleri diziler olarak televizyonda sürüyordu. Artık yönetmen sineması iyi oyuncu, kötü oyuncu vardı... Sinemadaki kriz henüz aşılamamıştı fakat yeni bir “kuşak” da yetişmişti oyuncusuyla, yönetmeniyle, birçok “eski” usta yönetmenimizin ve oyuncularımızın yanı sıra. Yeniden iyi filmler yapılıyor, seyirci salonlara dönüyor ve “yerli filmleri” izliyordu. 

Ne mutlu... Çok yaşasın sinema…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...