13 Şubat 2017 01:00

Cübbe

Cübbe

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu hafta Cuma günü staj grubumuzla “İnsan Hakları ve Etik” başlıklı dersimi yaptık, grubun benim aktaracağım son dersi olarak. Bu dersi 1996 yılından beri anlatıyorum, başlangıçta 2 saat iken 23 yıl içinde 6 saatlik bir tam güne çıktı.  Dünya Tabipler Birliği’nin 1999 yılında Tıp Fakültelerinde “İnsan hakları ve etik” dersinin müfredata alınması önerisinden dört yıl önce, biz Türk Tabipleri Birliği ve Adli Tıp Uzmanları Derneği olarak birinci basamak için adli hekimlik eğitimlerine başladığımızda, bu başlığı da o eğitimin bir parçası yapmıştık. Ben de ertesi yıl bizim fakültede staj dersi olarak başlatmıştım. Zaman içinde bir Birleşmiş Milletler belgesi olan “İşkencenin Etkili Soruşturma ve Tıbbi Belgelemesi El Kitabı- İstanbul Protokolü” yazımında o ders içeriğinden, Türkiye’de özellikle Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın inanılmaz birikiminden yararlandık. O 2 saatlik ders ve ders notları uluslararası katkılarla bir uluslar arası kılavuza, sonrasında uluslararası bir eğitim programına dönüştü.

İstanbul Protokolü eğitimleri olarak üç günlük uygulamacı ve 5 günlük eğitici eğitimi dünyanın dört bir köşesinde 15 yıldır yapılıyor. Son olarak Ocak ayı başında Yunanistan’da eğitimdeydik protokolün Türkiye’den 3 yazarı. İşte zaman içinde bu dersin gelişimi de bir biçimde 3 günlük uygulamacı eğitiminin bir günlük kısa bir özetine dönüştü. Üç saati özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin hekimlerle karşılaşmalarında yaşanan sorunları ele aldıkları, çözümler ürettikleri olgu tartışmaları, hekimlik deneyim ve birikimi sonucu oluşturulmuş etik ilkelerin gözden geçirilmesi ile yürüyen bir atölye çalışması, 3 saati de işkence tanımı, özgürlüğünden alıkonma mekânlarında usul güvenceleri ve sonunda işkencenin tıbbi olarak belgelenmesinde görüşme, muayene ilkelerini anlattığım teorik ders şeklinde sürüyor. Memleket hallerine bağlı olarak da sürekli güncelleniyor ister istemez. Gözaltı süreleri değişiverdi örneğin OHAL uygulaması ile birlikte, usul güvenceleri alt üst oldu. İşkence yöntemleri ve kolluğun zor kullanım araçlarının işkence aracı olarak kullanımı özellikle son birkaç yıldır daha da çeşitlenmişti zaten. Bu durumun tıbbi sonuçları, tanı yöntemleri üzerine çalışmak, dersleri de ona göre sürekli güncellemek gerekti. Özellikle hastane acillerinde bu olgularla karşılaşacak meslektaşlarımız atlamasın, tıbbi değerlendirmeleri İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapabilsin diye çabamız.

Neden anlattım bunları? Bir süredir üniversitelerin yargısız infazların hedefi haline gelmiş olması, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” diye barıştan yana tutum almış sevgili meslektaşlarımın ardı ardına üniversitelerden ihraç edilmesi, henüz ihraç edilmemiş olan ve sırasını bekleyen bizlerin üniversitede eğitim, araştırma ve uygulama faaliyetlerini sürdürmesini sorgular hale getirdi. Özellikle Cuma günü Ankara Üniversitesi’nde yaşananlar, yerlerde sürüklenen insanlar, cüppelerimizin postallarla çiğnendiği o fotoğraf yargısız infazlarla kanayan yarayı kanırttı.

Gün içinde birkaç kez dersi bırakıp gitme duygusu yaşadığımı itiraf etmeliyim. Beni tutan tek şey gözleri gözlerimde tartışan, üreten, merakla ve hiç dikkati dağılmadan 6 saati bıkmadan benimle geçiren öğrencilerimdi. Sanmayın ki bu öğrenciler tümüyle benimle aynı düşünce ve dalga boyundalar. Çok farklı düşünen, taban tabana zıt anlayışların bir arada ama işkencenin mutlak yasak, idam cezasının kabul edilemez, insan haklarının evrensel bir değer olduğu ortamı el birliği ile yaratıyoruz o gencecik pırıl pırıl öğrencilerle her bu dersi yaptığım günün sonunda birlikte tartışarak.

Boykot etsem, etsek diye düşünürken, en çok bu dersi belki de son kez yapıyorum öğrencilerimle duygusu yaşadım. Vazgeçemedim bu birliktelikten. Bir yandan sıranın hala bize gelmemiş olmasının mahcubiyeti ile her gün başımız önümüzde olmak, bir yandan bu son ders olanağını da kullanmadan, bir kez daha, bir 20 kişi ile daha aynı dalga boyunu tutturmak için çaba göstermeden durmak arasında salınan ruh halimizle bıraktılar bizi.

Yargısız infazın hedefi olan meslektaşlarımın çoğu yakın dostum, farklı alanlarda ama hep insanlık için daha iyiyi arayarak birlikte geçirdik yıllarımızı. Bu arayışı binaların içinde, dışında insana dair her yerde gerçekleştirdik onca yıl, biz aramayı, bulduklarımızı paylaşmayı sürdürürüz her koşulda. Bizi var eden ne o binalar, ne de cüppelerimiz, hakikat arayışımızdır. Ondan vazgeçmeyiz. Hiç kuşkunuz olmasın!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa