08 Şubat 2017 00:05

Söğüt: İlaçtan hicve

Söğüt: İlaçtan hicve

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hastalıkların panzehirinin doğada özellikle de bitkilerde var olduğu inancı bir umuda dönüşerek bin yıllar boyunca varlığını sürdürdü. Modern zamanlarda tıbbi teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerlese de insanlar bir şifa dağıtıcı olarak gördükleri doğaya sırtlarını asla dönmedi.
Gerek hastalıkların tedavisinin anahtarı gerekse insan yaşamını uzatmanın iksiri olarak çağlar boyunca bitkileri öne çıkardı insanlık.
Misal mevsim kış ve grip, nezle revaçta olduğundan nane, limon, karanfil, zencefil ilk akla gelenler. Bir kahvehanede iki insan bir araya geldiğinde ne zaman söz hastalıklardan açılsa tavsiyeleriyle yan masalar da sohbete katılır: Şeker hastalığı için kekik suyu, tansiyon için sarımsak, kolesterol için geceden suda bekletilmiş ceviz, böbrek hastalıkları için maydanoz suyu, daha neler neler... 
Bitkiler sadece hastalıklarda halkın umudu olmadı elbet. Halk ezgilerinde de kendine çokça yer buldu. Kah umudun ve aşkın, kah hicvin anlatıcısı oldular. Misal söğüt ağacı. 
Söğüt daha ziyade su kenarlarında yetişen, gölgesi makbul, üzerine halk ezgileri ve şiirler yazılmış, binlerce yıl öncesinde kabuğu ağrı kesici niyetine çiğnenmiş bir ağaç. Anadolu’da yer ismi olarak da çokça tercih edilmiş. Bir imparatorluğun, Osmanlı’nın doğduğu yerin ismidir aynı zamanda: Söğüt.
Söğüt ağacı kabuğunun ağrı kesici bir ilaç olarak kabulü ise milattan önceye, Sümerler’e, eski Mısır’a ve sonrasında Anadolu’ya kadar uzanır. Diyebiliriz ki insanlığın binlerce yıl önce bulup kullandığı, sanayi devriminden sonra geliştirip ilaç formatında üretmeye devam ettiği, günümüzde de eczane rafları ve tıbbi reçetelerde kendine yer bulmaya devam eden en eski ilacın kaynağıdır söğüt ağacı: Asetilsalisilik asit ya da halk arasındaki kabul görmüş adı ile “aspirin”. Eski çağlarda “söğüt ağacının kabuğunu çiğnemek veya kaynatıp suyunu  içmekle” ağrıyı geçirdiği fark edilmişti. Sonrasında tıbbın en eski öğreticilerinden Hipokrat da söğüt ağacının suyunun ağrı kesici ve ateş düşürücü etkisi olduğunu kayda düşmüştü. Zamana karşı yolculuğunda ise gerek tadının çok acı olması gerekse kimi yan etkileri nedeniyle gözden düşse de yer yer kullanılmaya devam edilegeldi. Nihayetinde 19. yüzyılın sonlarında Felix Hoffman söğüt ağacı kabuğu ekstresinden “asetil salisilik asit” elde edince ilaç haline getirildi ve tedavide yeniden ve yaygın olarak kullanılmaya başlandı. 20. Yüzyıla gelindiğinde ise ağrı kesici özelliğinin yanı sıra düşük dozlarının kalp ve beyin hastalıkları için koruyucu özelliğinin fark edilmesi onu dünyada en yaygın kullanılan ilaç haline getirdi.
Ve şiirde söğüt: misal Nazım Hikmet’in “Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!” dediği şiirinin adıdır Salkımsöğüt.
Ve Zülfü Livaneli’nin sözleri Ahmet Çuhacı’ya ait unutulmaz bestesi: “Bir sabahtan bir sabaha, bir akşamdan bir akşama, merhaba bile demeden, böyle gitmeye gitmek mi denir. Eğil salkım söğüt eğil, bu bendeki sevda değil, eğil yağmur rüzgar eğil, güzelliğin gerçek değil.”
Ve halk ezgilerinde söğüt: ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına/ yavrusunu sinek kapmış gördün mü”. Kastamonu yöresine ait bu türküyü Sanatçı Öğretim Görevlisi İrfan Kurt, “Halk kültüründe hiciv ve “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Gerçeği” adlı makalesinde ele alır türkünün hikayesini şöyle anlatır: “Dönemin beyi tarafından halk ozanlarının yönetim aleyhine söz söylemeleri yasaklanmıştır. Bu yasağın yanı sıra saz çalıp türkü söyleyen ozana bir eğlencede kendilerine türkü çalması emrivakisi yapılmış, bir kenara da kuru ekmeklerden oluşan yemek konmuş. Bu ortamda bu türkünün çıktığı söylenmektedir. Ozan da kendisine yapılan bu haksızlığı onlarla dalga geçerek dile getirmiştir.” 
Öykü sanırım tanıdık geldi. Sanki daha dün yazılmış...
Sağlıcakla kalın, doğanın ve mizahın uzağına düşmeyin.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa