05 Şubat 2017 00:05

Kendine sürgün insanlar

Kendine sürgün insanlar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hayatın içinde, içimizde yaşayan bir berduşun da, bir kâğıt toplayıcısının da, kendine sürgün bir yaşam sürdüren müzisyenin, ressamın, şairin-edebiyatçının da ulaşılmayı bekleyen yaşam öyküsü vardır. Her insanın şiiri de öyküsü de olabilir keşfedilmeyi bekleyen, saklı tutulan. Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden, müziğe Sultan-ı yegâh gibi bir başyapıt ve onlarca eser armağan eden Ergüder Yoldaş hayatının bir bölümünü Büyükada’da “bir mağarada” ‘kendine sürgün’ yaşamayı seçmişti.

Sinemamızın ilk yıldızlarından Cahide Sonku’nun iç acıtıcı yaşam öyküsü bilinir. Böyle onlarca kırık dökük hayat vardır bildiğimiz. İlk Yeşilçam kitabım Artizler Kahvesi’nin giriş yazısında şunları yazmıştım:

“Beyoğlu biraz da Yeşilçam demektir. Sınıf atlama düşleriyle, artist olma umuduyla evlerinden, ailelerinden uzaklaşanlar soluğu Beyoğlu’nda alırdı bir zamanlar. Yeşilçam’ın büyülü dünyası onları da etkilemiştir çünkü. Fakat gerçek hayatla filmlerde gördüklerinin aynı hayatlar olmadığını anlamaları uzun sürmez. Yeşilçam’ın melodramlarında gördüklerini yaşamak isteyenler için asıl dram işte o zaman başlar. Çoğu umduğunu bulamaz, düş kırıklıkları ve büyük acılar yaşar. Kimi o fırsatı yakalamış, isimleri, yüzleri ve hayatları unutulmazlar arasına girmiştir, fakat mutsuz yaşamış, mutsuz ayrılmışlardır aramızdan. ‘Kardeşim benim’ duyarlılığını, kişiliksiz ucubeler olmaktansa yalnızlaşmayı, yoksullaşmayı, acıları göze alma cesaretini, onurlu bir hayat sürebilme seçimini birçoğumuz bu insanlardan öğrenmişizdir.”

Cinayet insanı olmaktansa cinnet insanı olmayı seçmiş insanlar... Kaçımız çöplükleri karıştıran ya da soğuk bir kış günü bir köşede yarı çıplak uyuyakalmış (belki de ölmüş) berduşların hayatını merak etmiş, araştırmıştır. Neler yaşamış, neden böyle bir karşı duruşu (evet, birçoğu için -bilinçleri oranında- bu bir tavır, bir karşı duruştur) seçmişlerdir. Bir berduş nerede, nasıl ölür; cenazesi kimler tarafından, nereye ve nasıl kaldırılır? Bir sanatçı (zaten kendine sürgünken) neden Büyükada’da bir mağarada yaşamayı seçer? Neden insanlar onları anlamaya çalışmak, seçimlerine saygı duymak yerine, kendi çıkarları için onlara zarar vermeye kalkarlar? İnsanlar birbirlerini neden bu kadar rahat kırabiliyorlar? Hayat, erdem, aşk yorgunu, kırgını insanlar ruh uyuşmazlığı içinde daha kaç yüzyıl acı çekecekler?

Taksim’den İstiklal Caddesi’ne doğru yürümeye başladığımda nedense hep Cahide Sonku, Yıldırım Önal ve beyaz kefenleri içinde protestosunu haykıran Ferda Ferdağ gelir aklıma; bir de oturacak kiralık ev bile bulamayan Özcan Özgür. Cahide Sonku bataklıkta gül olmayı seçmişti seçmesine fakat bizler beter bataklıklardık. O, Beyoğlu’nun arka sokaklarında, salaş meyhanelerinde ulaşması mümkün birçok lüksü reddederek alkolde dostluk arıyordu. Kader ve cinnet arkadaşlarıyla yaşadığı dram, o günün Yeşilçam starlarından kaçını ilgilendirmişti? Daha sonra aynı dramı yaşayanlar onu hatırladıkça neler hissetmişlerdi? Kimi anılarını dinledikçe bugün bile bizlere çok önemli hayat dersleri verdiğini düşünüyorum. Cahide Sonku cinnetini en çok başkalarıyla olduğunda mı yaşıyordu? Ya Yıldırım Önal... Radyo tiyatrolarında, arkası yarınlarda “Stella, Stella...” diyen sesi bugün bile kaç kuşağın kulaklarında. Belki de yaşadığı varoluş sancısı, yaratıcı acı nedeniyle hayatla bir türlü uzlaşmayan, belki de bu yüzden sıkça alkol komalarına giren Yıldırım Önal, bir çekim sırasında fotoğraf çektirmek istemediği için gazetecilerden kaçar. Bu kaçışın nedenini soran gazeteciye, “Ben gazetecilere küskünüm arkadaş... Çöp bidonuna düştüğüm gün, hemen ayaklarımın resmini çekip ‘sarhoş’ diye yazdılar. Gözümün birini kaybettim, ‘Moşe Dayan’ diye alay ettiler. Tımarhaneye tedavi için yattım, bu defa da ‘deli’ dediler. Hiçbiri benden bir aktör, bir Yıldırım Önal olarak söz etmedi. Söyle, korkmadan söyle arkadaş, haklı değil miyim?” yanıtını verir.

Yeşilçam’ın sevimli güldürü oyuncusu Suphi Kaner otuz yaşında intihar ederek ölür. Daha önceleri dört kez intihar girişiminde bulunan Suphi Kaner de dostluğu alkolde arıyordu. İçki içmeyi sürdürür. Bunun üzerine Prodüktörler Cemiyeti bir yazı yayınlayarak Suphi Kaner’i boykot eder. Bir süre sonra da üç tüp Nembutal adlı hapları yutup, yaşamına son verir Suphi Kaner. Ve ünlü komedyen 30 yaşındadır bir ‘Yeşilçamzede’ olarak hayata veda ettiğinde. Gerçekten Kaner’in intiharına neden, yalnızca Prodüktörler Cemiyeti’nin bu boykot kararı mıydı? Ya da tutsağı olduğu alkol müydü?”

40 yıl var olma, ayakta kalabilme savaşı verir Ferda Ferdağ. Yeşilçam onu çok çabuk hırpalamış, oynadığı üç başrolden sonra figüranlığa indirmişti. “25 yaşından sonra anne, teyze, nine, hala” rollerini uygun görmüşlerdi. Ferda Ferdağ, kırgın ve öfkeliydi. On üç yaşında Tepebaşı Şehir Tiyatroları’na Kül Kedisi Sindrella’nın provalarına kadrolu girmiş, on dört yaşında Yeşilçam’ı keşfetmişti. Ne umutlarla, fakat hep hayal kırıklıklarıyla, acılarla ve yalnızlıklarla geçen otuz beş-kırk yıl... Sonunda annesinin altın bileziği, oğlunun yardımları ve yan oyunculukla beş yıllık borç farkını tamamlayarak emekli olur.

“Haram olsun İstanbul... Bütün paralarım zemin katlarına, o akmayan sularına, jeton yutan telefonlarına, yanmayan kaloriferlerine, ikide bir kesilen elektriklerine, ayakta duracak yer bulamadığım otobüslerine, kolibasilli denizlerine gitti. Bir kere daha haram olsun İstanbul...”

Altın Kalemler dergisinde Ergun Arpaçay şunları yazar: “Yeşilçam’da bir yorgun savaşçı var. Kameraların önünden kırgın ayrılan bu yorgun savaşçı Ferda Ferdağ’dır. Çevirdiği son filminin bir planlık sahnesini tamamlayarak setten ayrılan Ferda Ferdağ buruktur, üzgündür, kırgındır. Ferda Yeşilçam’daki mücadelesini kaybetmiştir, ama sanat gücünü, sanat aşkını yitirmemiştir. Zira yıldızlar gökyüzünden düşse bile onların unutulmayacaklarını bilmektedir. (...) Mağluplar da alkışlanır. Ferda Yeşilçam’da yenilmiştir, ama yıkılmamıştır.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...