28 Ocak 2017 23:46

'Hayır'lı bir kampanya örgütlemek

'Hayır'lı bir kampanya örgütlemek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Siyasal iletişim zor bir alan, hele de içinde yaşadığımız dönemde. Siyasal iletişimin temelinde çatışma var, kitlelerin taleplerinin ölçülmesi, beklentilerinin tahmin edilmesi, gündem oluşturma ve ikna temel fonksiyonları. Bunun için de reklam, halkla ilişkiler ve propaganda teknikleri kullanılıyor. Çıkış noktası politikanın güya bilimsel bir zemine oturtulması olsa da aslında çatışan görüşlerin nicel tahminler yoluyla ‘pazar’ içine alınmasına dayanıyor. Böylece diğerleri marjinalleştirilerek dışlanıyor. Bourdieu siyasal iletişimin kurucu aktörü olan uzmanların, bilim insanlarının, araştırmacıların iktidara ortak olarak eleştirel bakış açısından vazgeçtikleri, siyasal yaşamın sözde bir oyuna dönüştürülmesine katkıda bulundukları eleştirisini yapıyor. Habermas ise siyasi karar almada güç odağı haline gelen uzman ve bilim insanlarını yetkisiz sorumlu olarak tanımlayarak kamusal alanda hesap vermediklerini söylüyor. Geçmiş seçim süreçlerinde fena halde yanılmalarına rağmen referandumla ilgili halen kendilerinden emin açıklamalarla tartışma programlarının başköşelerinde ağırlanan araştırma şirketi sahiplerine bir de bu gözle bakın. Yalnızca Türkiye’de değil Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmasının oylandığı Brexit olarak bilinen referandumda da, ABD seçimlerinde de araştırma şirketlerinin neredeyse hepsi yanıldılar. Geleneksel araştırma/ölçümleme tekniklerinin yeniden gözden geçirilmesinin gerektiği hakikat sonrası bir dönemdeyiz artık. Gerçeğe dayanan değil insanların duygularına, inançlarına, beklentilerine hitap eden bilgilerin geçerli olduğu sürecin içinden geçiyoruz ve siyasal iletişimin temel aktörleri olan siyasetçilerin, nabız yoklayıcıların ya da gazetecilerin pek çoğu ne yapacağını bilmiyor.

Türkiye’de biz durumu kanıksadık sayılır, siyasal iktidarın sürekli değişen politikalarına ayak uydurmaya çabalayan köşe yazarlarının dün ak dediklerini bugün karalama girişimlerinin seviyesi münazara yarışmalarının bile altına indi. Televizyonda tartışma programlarına sesi yüksek çıkanlar, hassasiyetleri en duygusal şekilde dile getirenler sosyal medyada “kapak” videolarıyla taraftar arttırıyor. OHAL gerekçesiyle 154 gazeteci hapiste, yüzlerce akademisyen işsiz, onlarca medya kuruluşu kapatılmışken bir tartışma imkanı varmış gibi ülke referanduma hazırlanıyor. Üstelik bu hazırlık süreci zaten kutuplaşmış toplumu daha da kutuplaştıran bir söylem üzerinden yürütülüyor. Sürüklendiğimiz referandum geçmiş seçimlerden çok daha kritik, iktidar kabullenmese de bir rejim değişikliğinin eşiğindeyiz. Dört yıllık iktidar partisini ya da belediye başkanını seçmek için değil ülkenin geleceğini belirlemek için sandığa gideceğiz. Bu yüzden ne söyleyeceğimiz ve nasıl söyleyeceğimiz çok önemli.

Daha umutlu şeyler söylemek lazım

Son dönemde referandumda “hayır” diyeceğini açıklayan pek çok sosyal medya kullanıcısının profil ya da kapak fotoğrafını Paul Larrain’in No (Hayır) filminin gök kuşaklı afişi süslüyor. Şili’de Diktatör Augusto Pinochet’nin iktidarının sonunu hazırlayan referandumda hayır kampanyasının nasıl örgütlendiğini anlatan film bize geçmişte tecrübe ettiğimiz ancak bugün umutsuzluk nedeniyle unuttuğumuz deneyimleri hatırlatması açısından izlemeye değer.

No, ailesi Pinochet’nin gazabına uğradığı halde siyasetten uzaklaşıp başarılı ve zengin bir reklamcı olan René Saavedra’nın hayır kampanyasına çok da gönüllü olmadan danışmanlık vermeyi kabul etmesiyle başlar. Saavedra, yetiştiği iklimin etkisiyle kampanyayı adeta bir kola reklamı gibi tasarlamaya girişir ve başında sert tepkilerle karşılaşır. Ellerinde yalnızca devlet televizyonundan seslerini duyurabilecekleri 15 dakika olmasına rağmen insanlara olumsuzlukları gösteren değil mutlu bir gelecek vaadine odaklanan mesajları toplumda karşılık bulur. Pinochet’nin devrilmesini tek bir kampanyanın başarısına bağlamak elbette doğru değil ama beslendiği zemini sarsması açısından gayet önemli. 2007 bağımsız adayların Meclise girme sürecini, Gezi’nin farklı kimlikleri bir araya getirmesini, 7 Haziran seçiminin iklimini düşündüğümüzde etkili bir hayır kampanyasının anahtarlarının aslında en temel değerler üzerinden kurduğumuz iyi bir gelecek umudu olduğunu görmek zor değil.

Amaç zaten hayır oyu verecek olana daha güçlü hayır dedirtmek değilse, ki bu bir işimize yaramaz, kararsızları ya da içinde şüphe besleyenleri ikna edecek yeni yöntemler, yeni sözler bulmak gerekli. Aslında gücü tekeline alan bir cumhurbaşkanı anlamına geldiğini herkesin bildiği “güçlü Türkiye için evet” zincirine ya da o zincire adeta eklemlenmek zorunda bırakılan ünlülere takılıp kalmanın zamanı değil ya da televizyonda alakalı alakasız her soruya “Millet iradesi çözecek” cevabını veren algı uzmanlarına kulak vermenin.

Korku üzerine inşa edilen bir kampanyaya verilecek en güzel cevap ünlüsünü, ünsüzünü saran bu suskunluk sarmalını kıracak umutlu, cesaret dolu mesajlar vermek. Bunun için bir araya gelmemize, tek bir söylem inşa edip bir ağızdan söylememize de gerek yok. Kimimiz ülkenin kurucu değerlerine bağlılığımızdan, kimimiz çocuklarımızın geleceği, kimimiz barış, kimimiz vapurda özgürce şarkı söyleyebilmek için hayır diyoruz ya da bunların hepsi için. Herkes bulunduğu yerden, kendi sözleriyle hayır diyebilir. “Hayır”da hepimize yetecek kadar hayır var.

Not: Filmle ve Rene Saavedra ile ilgili daha detaylı bilgi için Elif Görgü’nün Evrensel Pazar’daki “Önce Korkuya Hayır Dedik” başlıklı röportajını okumanızı tavsiye ederim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...