20 Ocak 2017 00:57

Yeni bir danışma meclisi mi?

Yeni bir danışma meclisi mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Danışma Meclisi 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra darbeci generallerin kurduğu bir meclisti. Üyeleri valilerin bildirecekleri adaylar arasından MGK tarafından seçiliyordu. Roplam 160 üyeye sahip Meclisin 120’si bu biçimde atanırken, diğer 40 üye de doğrudan MGK kontenjanından atanıyordu. Danışma Meclisi yasa önerebilir, MGK’nin gönderdiği yasalar üzerinde değişiklik yapabilirdi. Ama tabii bu değişikliklerin MGK tarafından onaylanması koşuluyla! Bugünkü anayasal sistem ve Meclis de işte bu koşullarda biçimlendirildi.

Peki şu anda Mecliste görüşülmekte olan ve sonuçta referanduma götürülerek halka onaylatılmak istenen anayasa değişiklikleri bu bakımdan ne getiriyor? Mevcut anayasa değişikliklerinde cumhurbaşkanı aynı zamanda parti başkanı olması sıfatıyla partisinin tüm milletvekillerini fiilen atama yetkisini elinde bulundurmaktadır. Meclis bütünüyle cumhurbaşkanına bağımlıdır. Başkan yasa hükmünde kararnameler çıkarabilecek, Meclisi feshetme yetkisi de dahil sınırsız bir yetkiye sahip olacaktır. Görüşülmekte olan değişiklikler fiili başkanlıktan anayasal başkanlığa terfi etmiş olan cumhurbaşkanına keyfi ve yasasız -yasasını kendi istediği gibi koyabilir- bir yönetim olanağı tanımaktadır. Yani 12 Eylül’ün MGK’si Cumhurbaşkanı şahsında ama çok daha geniş ve keyfi yetkilerle yeniden canlandırılmaktadır. Bu iki örnek bir kıyaslama yapılabilsin diye verilmiştir. 

Demek ki gericilikte bir sınır yok. Tek adam diktatörlüğü ve ona sınırsız biat etmiş bir tek parti düzeni şimdilik bu gidişin zirvesini oluşturmaktadır. Demokratik hak ve özgürlükler için mücadele edenler bu düzenlemelere karşı çıkmakta, ülkeyi demokratik, laik bir ülke yapma hedefiyle daha geniş güçleri bir araya getirmeye çalışmaktadırlar. Bu güçler anayasal değişiklikler gündeme gelmeden önce de mevcut sisteme karşı demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesini yürütmekteydiler. Onlar açısından sorun “eski” ve “yeni” Meclisin niteliğinden öte ülkenin bir bütün olarak demokratikleştirilmesi sorunudur. Yani yenisi kötü, eskisi iyi o halde kalsın sorunu değildir.

Sermayenin egemen olduğu en demokratik cumhuriyetlerde bile meclislerin kararların asıl alındığı yerler olmadığını sınıf mücadeleleri üzerine az çok fikri olan herkes bilmektedir.  Demokratik parlamento örnekleri olduğu gibi Çarlık Duma’sı örneğinde görülen aşırı gerici “temsili” yapılarda olmuştur. Ama bu durum sosyalistlerin seçimlere katılmamasının, meclis kürsüsünü kullanmamasının mazereti olmamıştır. Onlar dağıtamadıkları sürece bu mücadelelerin içinde olmayı politik olarak benimsemişlerdir. Ülkemiz köklü bir demokratik altüst oluştan geçmediği için rejim demokratik ülkelere göre daha da gerici bir temelde şekillenmiştir. Bu durum demokratik hak ve özgürlükleri kazanmayı, demokrasi için mücadele etmeyi, bugün olduğu gibi açıkça diktatörlük ve faşistleşmenin önünü kesmeyi, demokrasi güçlerinin önüne acil bir sorun olarak getirmektedir.

Meclisteki anayasa görüşmelerinin gidişatı, iki muhalefet partisinin çabasına karşın, bu Meclisin kendinin bütünüyle göstermelik olmasına razı olduğu yönündedir.Eğer koşullar farklı olsaydı “Bırakalım ölüler ölülerini kaldırsın” diyebilirdik. Ama kaderi çizilen, üzerine ölü toprağı serpilmek istenen bütün bir ülke ve onun halklarıdır. Buradan da zorunlu olarak şuraya geliyoruz: demek ki halkın önünde demokrasiyi kazanmak, kendi meclisini yeniden ve demokrasi temelinde oluşturmak gibi bir görev var. Başkanlık saldırısının püskürtülmesi için mücadele ne kadar yaygın ve güçlü olursa demokrasiyi kazanmak, oradan daha ileriye yürümek de o kadar olanaklı olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...