07 Ocak 2017 01:40

Gündemin hızlı değişimi

Gündemin hızlı değişimi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gündemin hızlı değişimi izlemeyi zorlaştırmakta, toplumsal öngörüyü ise tam körlüğe mahkum etmektedir. Gündemde ekonomiye karşın toplumsal kargaşa ve terör ağırlık kazanmaktadır. O kadar ki, çok değil, sadece birkaç yıl öncesi Suriye ve Irak’taki olayları medyadan öğrenip, ülkemizin daha huzurlu olduğuna şükrederken, bugün maalesef benzerlerini ülkemizde yaşamaktayız. Siyasetin ekseni de artık iktisattan kaydı, çünkü her gün biraz daha kötüleşen iktisat siyasetçinin yararlanabileceği bir alan olmadığı gibi, tam tersine siyasete darbe vurabilecek boşluklar barındırdığından bu alana girmek siyasetçinin işine gelmemektedir.

Ne var ki, bu gidişle önümüzdeki günlerde ve yılda iktisat alanında öylesine sıkışık durumlarla karşılaşacağımız aşikar ki, artık siyasetçi kapatmaya çalışsa da bu yırtık fazla yama tutmayacaktır. Toplusözleşmelerdeki tıkanıklıklar, tüketici tercihinde olumsuz gelişmeler, Suriye’de sürdürülen savaşın olumsuz etkileri ve Ortadoğu batağındaki durum birikimli olarak gelecek yıla devredeceğinden, ilk günlerini yaşadığımız bu yıl fazla parlak gözükmemektedir. Ondan dolayıdır ki, artık ne faiz haddinin indirilmesi, ne kur artışına karşı komik çare olarak yastık altı dövizlerin bozdurulması ya da ihracatımızın nerelere çıktığı gibi laflar ortalıkta dolaşmamaktadır. İbre siyasete çevrilerek, son operasyonlar İstiklal Savaşı sonrasındaki en büyük savaşa olarak topluma satılmakta ve başkanlık oyuna dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Devlet korumasında olması gereken Rusya Büyükelçisinin katli dahi, güvenlik zafiyeti sorunundan soyutlanıp, ‘FETÖ’ şirketine havale edilmiş bulunmaktadır. Cinayetten beş gün evvelinde siyasetin beslemeleri tekbirler eşliğinde Rusya konsolosluğuna saldırıyor, bundan birkaç gün sonra Başkonsolos Bey, sadece özel güvenliğin koruduğu(?) binada açılışa gidiyor ve malum son yaşanıyor. Bu son belki de o kadar “malum” idi ki, Rusya’ya resmi özürde bulunulmadığı gibi, Putin dahi, hafif serzeniş alameti olarak da olsa, en ufak bir güvenlik zafiyetinden dahi söz etmediği gibi, geçmişteki uçak düşürülme olayını da FETÖ’ye havale ederek, bir NATO devletine göz kırptı!

Sıklığı giderek artan terör olaylarının ağırlık merkezini dış merkezlere bağlamak eğilimindeyim. Ancak, bu basit yorumun alt katmanlarının çok derin olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, içte yekvücut ve birleşen bir sosyal yapı olan, dışta ise “yurtta sulh, dünyada sulh” ilkesi ile bağımsız bir politika gütmüş bir devletin böylesi sürüklenişi zor olurdu. Oysa resim tam ters bir görüntü vermektedir. İçte AKP iktidarının 14 yıldır uyguladığı aldatmaca ve tedrici baskılama yöntemi sonucu bölünmüş ve patlama potansiyeli yüksek bir toplum, dışta emperyalistlerin projesine takılıp derin hayaller peşinde koşma macerasına sürüklenirse, cephenin içeriye aktarılması doğal olarak kolaylaşır. Nitekim Beşiktaş saldırısının hemen ertesindeki iki olay da terörün iç zafiyeti algılayıp, AKP’nin ve böldüğü toplumun yumuşak karın bölgelerine yöneldiğini göstermektedir. Terör hareketinin strateji değişikliğinin, aynı anda hedef değişikliğini de gösterir gibi düşünmek yanlış değildir. Üzülmemiz gereken nokta, ilgililerin hâlâ terörün laikleri hedef aldığı ya da teröristin kimliği vb. gibi polisiye olayların etrafında dolaşıyor olmasıdır. Oysa hareketi çok daha geniş perspektiften ve bütünseli içinde algılamak ve analiz etmek gerekmektedir. Bundan sonrasının güvenlik güçlerini aştığı ve istihbaratı ilgilendirdiği ile meseleyi noktalamalıyım.

Bazı suçlar bir önceki suçu örtmek amacıyla yapılır. Böylece suç katmanlaşır ve daha da ağırlaşır. 14 yıllık AKP siyasetinin ve o siyasete şöyle ya da böyle destek verenlerin hesabını bir tarafa bırakalım, ama parlamentonun şimdilerde işlemeyi azmetti(rildi)ği suç, tarihte eşi emsali görülmemiş belki birkaç çok ağır suçtan biri olmaya aday gözükmektedir. Parlamento yetkisini halktan almaktadır. Halktan alınan bu yetkinin devri ancak halkın iradesi ile olur. Halkın iradesini bir lidere bağlama arzusunun olduğunu savlamak, halkın iradesini ve idrakini yitirdiğini savlamakla eş anlamlıdır. Eğer böyle bir oylamaya gidilecekse, sonucun ancak yüzde yüz olması durumunda meşruiyet tartışması ortadan kalkabilir ve ancak mutlak çoğunlukta aksini savunacak bir kişi dahi bulunmadığından, böyle bir yönetim, kerhen, kabul ediliyor olarak görülebilir. Böylesi bir yönetim biçimi, halkın kendi içinden sömürgeleştirilmesidir. Sömürge yönetiminde halkın iradesi yoktur. İradesiz halk yığını özgür değildir, toplumsal hiçbir eylemde bulunamaz, toplumsal ibadetlerini dahi yapamaz.

Başka bir açıdan bakarsak; halk başkanlığa sıcak bakmıyorsa, Ortadoğu gibi hassas bir bölgede bulunan Türkiye’de giderek sıklaşan terörün gölgesinde başkanlık rejimini acaba kimler istiyor olabilir ki! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...