16 Aralık 2016 00:55

Seferberlik çağrısı: Kim 'millet', kim 'düşman'?

Seferberlik çağrısı: Kim 'millet', kim 'düşman'?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Beşiktaş’taki bombalı saldırıdan sonra yazdığımız  “Terör bu ülkenin kaderi değildir!” yazısında toplumun çok geniş kesimlerinin terörü lanetleme konusunda birleştiğini ancak meselenin terörü lanetlemenin ötesinde ne yapılacağında düğümlendiğini belirtmiştik.  Devletin bu konudaki tutumunu Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün 32. Muhtarlar buluşmasında yaptığı çağrı ile ortaya koydu. Erdoğan, “Anayasa’mızın 104. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başı olarak tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum” dedi. Ülkedeki geniş işçi-emekçi halk kesimleri, ilk bakışta bu çağrıyı teröre karşı yapılabilecek en kapsamlı mücadele çağrısı olarak görülebilirler. Ancak üzerine düşünüldüğünde bu çağrının bugünkünden çok daha tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir çağrı olduğu görülecektir. 

Neden mi?

Öncelikle yasalarda savaş veya ayaklanma gibi ciddi tehditler karşısında kısmi ya da genel seferberlik ilan edilebileceği yazılıyor. Ve seferberlik halinde başta askeri güç olmak üzere devletin bütün güç ve kaynaklarının bu tehdide karşı kullanılması öngörülüyor. 

Birinci olarak, eğer Türkiye bir savaşın içinde değilse ve ayaklanma gibi bir durum yoksa, cumhurbaşkanı bazı örgüt isimleri saysa da yapılan çağrı, esas olarak iktidarın politikalarına karşı duran bütün toplumsal kesimleri hedef haline getirmeye açık bir çağrı haline gelmektedir. Çünkü artık çok iyi bilinmektedir ki iktidar işine geldiğinde herkesi “terör işbirlikçisi” ilan etmekten geri durmamaktadır.

İkinci olarak, muhtarlar toplantısında yapılan “milli seferberlik” çağrısı, devlet güçlerinin kullanılmasının ötesinde “millete görevler biçen” bir çağrıdır. Yani iktidarın propagandasının etkisi altında olan geniş işçi-emekçi halk kesimlerinin fabrikada birlikte çalıştığı, kahvede birlikte oyun oynadığı, mahallede kapı komşusu olan insanları artık düşman olarak görmesine ve daha tehlikelisi onlara karşı kendine görevler biçip harekete geçmeyi “milli/vatani bir görev” saymasına yol açabilecek bir çağrıdır. 

Daha açık konuşalım. Bugünkü iktidar CHP içindeki kimi isimleri, hatta Kılıçdaroğlu’nun danışmanlarını FETÖ’den tutuklayarak CHP ile FETÖ arasında bir işbirliği olduğu algısı yaratmaya çalışıyor. Bu algının oluşması için Kemal Kılıçdaroğlu’nun kardeşi Celal Kılıçdaroğlu’nu bile kullanmaktan geri durmuyor. Erdoğan’ın deyimiyle AKP ve FETÖ arasında “at izinin it izine karıştığı” ve AKP içinde 40-50 FETÖ’cü milletvekilinin olduğu da bilindiği halde, tersi bir şekilde CHP ile FETÖ arasında bağlantı olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla böylesi bir algının yaratılmaya çalışıldığı koşularda “millete” yapılan seferberlik çağrısının CHP’yi, sokaktaki CHP’lileri hedef yapıp çatışma ve gerilimin içine çekmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Ama Erdoğan’ın çağrısının yaratabileceği daha yakın ve daha büyük tehlike, Kürt sorunundan kaynaklı 30 yıllık çatışma süreci dikkate alındığında Kürtlerle Türklerin karşı karşıya getirilmesi olacaktır. Bugün 6 milyonu aşkın oy almış olan HDP’nin eş başkanları dâhil 12 milletvekili “terör örgütü üyeliği”, “terör destekçiliği” gibi iddialarla tutuklanmış durumdalar.  HDP, sadece Kürtlerin oyunu alan bir parti olmasa da Kürt sorununun demokratik siyaset zemininde çözümü için önemli bir rol üstlenmiş, bu konuda devletle PKK arasında arabulucu olabilen bir partiydi. Ama iktidarın HDP’yi Kürt sorununun demokratik barışçıl yollardan çözümü için bir olanak görmek yerine her fırsatta “terörün meclisteki uzantısı” olarak hedef gösterdiği de bir sır değil. Mesela son Beşiktaş saldırısından sonra iktidarın medyadaki sözcüleri “dün mecliste başkanlığa hayır diyenler bugün bomba ile bu mesajı vermek istiyorlar” değerlendirmelerini yaparak, HDP’yi bu terör eylemini yapanların devamcısı gibi gösterdiler. Sonra da 30’a yakın kentte HDP ve DBP’li yüzlerce siyasetçi gözaltına alındı. Ardından Erdoğan’ın seferberlik çağrısı yaptığı bazı “vatandaşlar” çeşitli kentlerde HDP binalarını basıp yaktılar. Bu ülkede Erdoğan’ın çağrısına benzer çağrılardan sonra Kürtlere karşı linç girişimlerinin gerçekleştirildiği; mahallelerine, evlerine ve işyerlerine saldırılar yapıldığı biliniyor. 

Özetle toplumsal kamplaşmanın giderek derinleştirildiği -mesela iktidar destekçisi kimi çevrelerin Halep’te yaşanan olaylar nedeniyle bile bütün Alevileri düşman ilan ettiği- bir süreçte yapılan seferberlik çağrısı, ülkeyi milyonları karşı karşıya getirebilecek, dolayısıyla daha önce olmadığı kadar tehlikeli bir gerilim ve çatışma ortamına sürükleyebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz sonrasına bakıp “milleti ne kadar harekete geçirirsem gücüm de o kadar artıyor” diye düşünebilir ve bu gücü tek adam rejiminin dayanağı olarak kullanma hesabını yapabilir. Ancak yapılan çağrının altından kalkılamayacak sonuçlar doğurabileceği de göz ardı edilmemeli ve ülkeyi tehlikeli bir girdaba sürükleyecek söylem ve politikalardan vazgeçilmelidir. Çünkü bugün bu ülkenin daha fazla gerilim ve çatışmaya değil, her şeyden önce ‘olağanlaşmaya’; demokrasi, barış ve huzura ihtiyacı var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...