16 Aralık 2016 00:53

En şiddetli yıl

En şiddetli yıl

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2016 yılının sonuna doğru yaklaşırken, içinden geçtiğimiz şu dönemi tarihten silmek isteyecek insan sayısının çok fazla olacağını düşünüyorum. Geçenlerde bir fotoğraf gördüm sosyal medyada. Son on yılın almanaklarını bir kitaplık rafına dizmişler; 2016 yılı almanağının yerinde “bunu hatırlamak istemiyoruz” başlıklı bir cilt duruyor. Hakikaten de öyle. 

2016’da maruz kaldığımız şiddetin, gerginliğin ve içine itildiğimiz korku politikası sarmalının hepimiz üzerinde yarattığı şey büyük bir bunaltı. 

Ruh sıkıntısı.

Geçmez bilmez bir kalp spazmı. 

2015 Haziran’ında gerçekleşen genel seçimler sonrasında, seçim sonuçlarını beğenmeyenlerin ve seçmen iradesine karşı kinlenenlerin bize yaşattıkları adeta bir ceza gibi. Neredeyse vatandaş olduğumuz için, düşündüğümüz için, kendi aklımızla karar verdiğimiz için, en doğal ve demokratik haklarımızı kullandığımız için cezalandırıldığımız bir süreç.

Üstüne, bitmek bilmeyen bir şiddet ve insan kanıyla beslenen politik kavga. 

Türkiye’de son bir buçuk yılda asker, sivil ve polislerin hedef alındığı toplam 31 bombalı saldırı gerçekleşti ve bu saldırılarda 363’ü sivil, 446 kişi can verirken, 2 binden fazla insan yaralandı. Yaralı sayısı 2 bin diyoruz ama, aslında milyonlarla ifade edilmeli, çünkü her can kaybında, her şiddet eyleminde direkt olarak bu saldırıdan etkilenmemiş yurttaşlar da yıkılıyor; herkesin ocağına bir yas, bir keder düşüyor. Şiddet karşısında çaresiz kalmak ve güven duygusunu yitirmek de büyük bir mağduriyet. Zaten bu saldırılarla yapılmaya çalışılan tam da o. 

İnsanlar çaresiz, güven duygusu yitirilmiş, küçük mutluluklar yerini kaygılara bırakmış, günlük konuşmalarımızdaki sıcaklık ve samimiyet yerini soğuk ve tedirgin selamlaşmalara bırakmış. Sıradan insanın günlük yaşamında endişe ve korku büyük yer teşkil ediyor artık. Sadece öylesine yoldan geçerken yanımızda patlama olasılığı olan bir bombadan korkmak değil, ama aynı zamanda yapıp ettiklerimizden, kamusal alanda paylaştığımız yorumlar veya düşüncelerimizden dolayı hedef gösterilmekten, sanal âlemde paylaştığımız görüşlerimizden dolayı fişlenip, ihbar edilmekten de korkmak. Bu içinden çıkılması zor psikoloji, bir yandan bize acı veriyor, diğer yandan da korku ve kaygıdan beslenerek toplumsal yaşamdaki politik var oluşumuzu zedeliyor. Bireylerin kendilerine otosansür uygulamalarına neden oluyor.

Bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün, bağımsız ve rasyonel bir yargının var olmadığını anlayalı beri uzun zaman geçti. Bu manada da kaygılarımız çok anlaşılır. Artık düşünmek ve düşündüğünü özgürce, korkmadan ifade edebilmek hakkı sadece mevcut iktidarın yandaşlarına tanınan bir ayrıcalık. Üstelik, ne kadar saldırgan, vulger, şiddet ve nefret içeren bir söylemle çıksalar da karşımıza, muhalifleri hedef alan her densizliğin hoş görüldüğü bir cezasızlık ortamı var. Kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen için aklınca ölüm fermanı çıkartan, hedef gösteren, polise, savcıya şikâyet eden bir iktidar yandaşı ifade özgürlüğünün tadını çıkartarak dolaşabilirken, bir başkasının aklı başında şeyler söylemesine rağmen, sadece muhalif olduğu için suçlu gibi çerçevelenerek türlü çeşitli ezaya maruz bırakılması da yaşadığımız şiddetin bir başka boyutu. Tahir Elçi’nin bir televizyon programında muktedirlerin hoşuna gitmeyen şeyler söyledikten sonra hedef gösterilip, ardından da öldürülmüş olması akıllarda.

Muhaliflerin yine düşüncelerinden dolayı öldürüldüğü bir döneme tanıklık ediyoruz. İnsanları akla ve mantığa, adil ve etik olana davet eden insanların evlerinden tek tek toplanıp ifade vermeye götürüldüğü günlerden geçiyoruz. Bu masum insanların bir kısmının haksız, hukuksuz yere cezaevlerine kapatıldığına, bitmek bilmeyen tutukluluk halleriyle suç olmadan cezalandırıldıklarına tanık oluyoruz. 2016 bu manada da yürek acısı bir yıldı. Suç olmadan cezalandırılanlar sadece sıradan muhalifler değildi, bu ülkenin yetiştirdiği eleştirel beyinler, edebiyatçılar, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler, işçiler, emekçiler herkes bu şiddetten nasibini aldı.

Bir de hiç durmak bilmeyen bombalı saldırılar, kan gölüne dönen şehirler, sığındıkları bodrumlarda bombalananlar, devletin koruması altında olması gerekirken yasadışı yurtlarda yanarak katledilen çocuklar, yıkılan şehirler, evinden yurdundan edilen insanlar, devletin ve vakıfların öğretmen olarak atadığı kişilerin taciz ve tecavüzlerine maruz kalan savunmasız gençler… Direkt, dolaylı, psikolojik ve kurumsal şiddetin her boyutuna tanıklık ettiğimiz ve daha da kötüsü, şiddetin cezasız kaldığı çok vahşi bir dönem bu. Bir yanda bu şiddeti bizzat yaşayanların nasıl iyileşeceğini kestiremediğimiz acısı var; bir de uzaktan bu şiddete tanıklık eden bizlere yaşatılan utanç ve çaresizliğin yükü.

Kabul edelim, toplumca büyük bir bunaltı içindeyiz. Hiçbirimiz iyi değiliz ve bir gün iyi olacağımıza dair umudumuz her geçen gün azalıyor. Türkiye, sınırları içinde yaşayan insanlar için güvenli bir yer izlenimini vermiyor. Bunu bize yurt dışından bakanlar çok daha iyi ifade edebiliyorlar. Bu ülke artık hiçbir manada bir cazibe merkezi değil. Burası yıkık dökük, kararmış ruhlarıyla yılbaşı süslerinin parlattığı AVM’lerde teselli bulmaya çalışan mutsuz insanların ülkesi haline geldi. Büyük şehirlerde durum bu; Güneydoğu’ya giderseniz durum daha vahim. Bazı yerlerde değil bakkalı olan şehir, taş üstüne taş bile kalmamış. 2016, tarihten silmek isteyeceğimiz bir yıl oldu. 2017 daha mı iyi olacak, ya da daha mı kötü? O da belirsiz. Bilmiyoruz. Bilgi insanı özgürleştirir, sorunları tanımlamayı, onlara çare bulmayı kolaylaştırır derdik; artık bilgi edinmek için başvuracağımız doğru düzgün bir medyanın da olmadığını biliyoruz. Ülkeyi bu hale getirenler eserleriyle gurur duyuyorlar mı acaba?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...