14 Aralık 2016 00:32

Gidilecek bir ev varsa...

Gidilecek bir ev varsa...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Beşiktaş’taki terör saldırısı anında Boğaz’ın karşı yakasında, açık havada gitar çalan iki gencin patlamayı fark ettikleri andaki refleksini herhalde herkes görmüştür. Panikle yerlerinden fırlayan gençlerden biri diğerine korkuyla bağırır “Kanka çabuk, eve gidelim…” Ev dışındaki her yerin güvenliksiz, insanın ancak kendi mahreminde selamette olduğuna dair bir ön kabulün yansıması bu refleks.

Çalışmak, okula gitmek, alışveriş yapmak, bir yerden bir yere ulaşmak, birbirleriyle temas etmek zorunda olan insanlar, sokak başlı başına bir tehdit ve tehlike ortamı haline geldikçe kendi mahremlerine doğru büzüşme isteği ile, zorunlulukların buna imkan tanımamasının yol açtığı bir gerilimde yaşıyor.

Terörün sonucu, bu yönteme başvuranın siyasal hedefleri doğrultusunda gerçekleştirdiği somut yıkım, can kayıpları değildir sadece. Gündelik hayatında terör örgütünün siyasal hedefleriyle en küçük ilintisi bulunmayan milyonlarca insan üzerinde yarattığı bıkkınlık, bezginlik ve korkudur. Hiçbir mahrem alan, eve kaçış bu sonuçtan korunmayı sağlamaz.

Beşiktaş’ta onca insanın ölümüne yol açan örgüt ne iddia ederse etsin aslında suya sabuna dokunmadan yaşayan, gündelik eyleyişi içindeki emekçiye kastetmiştir en çok. Sokakları onlar için güvensiz ve tehlikeli hale getirmiştir. Vebali az değildir.  

Öte yandan; Beşiktaş’taki bombalar zaten kaygılı bir toplumun içinde patlatıldı. Yapılan anketlerin, örneğin kamu emekçilerinin OHAL KHK’leriyle iş arkadaşları işten atılır, açığa alınır veya gözaltına götürülürken kendi pozisyonundan emin olamadıklarını bunun da endişe dozunu artırdığını gösteriyor. OHAL soruşturmalarının başlangıçta ilan edilen hedefiyle sınırlı kalmayarak Hükümetin muhalefetle de hesaplaşmasının vesilesi haline getirilmesi sanıldığından daha büyük bir kesimi etkiliyor. Oysa OHAL’in günlük hayatı etkilemeyeceği vadedilmişti.

Bombaların patlatıldığı gece Bursa’da Tabip Odasının edebiyat etkinliğine katılan Yazar Seray Şahiner oteldeki odasından gözaltına alındı. Otel lobisinden verilen anahtarla sabaha karşı yazarın kaldığı odaya giren polisler, yeri yurdu, adresi belli, gündüz bir etkinliğe katılmış yazarı emniyete götürdü. Birkaç saat içinde salıverilecek kadar önemsiz bir mevzuydu gözaltına alınmasının gerekçesi. Ne var ki bu gözaltına alma işlemini yapanlar mahrem alanda/anda bile güvende olamayacağınız mesajını vermişlerdi.

Bütün gündelik hayatın üzerine giderek kesif bir tekinsizliği yayan iklimin bu tür mesajlarla da sürdürüldüğü açık. İşinde gücündeki sade emekçileri büyük siyasal projelerin etkin bir eklentisi olmaya zorlayan, olmadı en azından sinikleştirerek sessizleştiren puslu hava dağılmadığı sürece kimse güvende olmayacak. Kaçacak bir ev bile kalmayacak.

Bugün güvenli bir gündelik hayat birinci derecede önemli bir talep haline geldi. Bu talebin muhatabı öncelikle devlettir. Bu talep insanların, davranışlarının yaptırımı hakkında önceden bilgi sahibi oldukları bir hukuk sistemi, yurttaşın devlet kurumlarıyla ilişkisinin, üzerinde mutabık kalınmış, belli ve açık çerçevesi sayesinde karşılanabilir ancak. Ne var ki, AKP Milletvekili Şamil Tayyar “Derin devlet iyidir, derin devlet kuralım” diyebiliyor böyle günlerde. Derin devletin “beyaz Toros” arabalar, yerinde infazlar, hukukun kapsama alanına girmeyen çeteleşmeler vb. demek olduğu bir tarih henüz çok eskide kalmamışken.

Kimse böyle bir gerilim içinde, kuralsızlığın kural mertebesine çıktığı bir ortamda; ilk fırsatta, aslında bir korunak olmaktan çıkmış eve kaçmayı düşünerek yaşamak zorunda değil.

Her an her şeyin olabileceği; bir saat sonra, yarın veya öbür gün ne olacağının bilinmediği bir puslu hava değil. En büyük avunmanın bugün de sağ kaldık diyebilmek olmadığı. Güvende olabilmek için insanın kendi mahremine gömülmek zorunda kalmadığı. Sokağın güvenli, evin tekin olduğu; dumanlı havanın yerleşemediği, terörün imkan bulamadığı bir gündelik hayat…

İstemeyen var mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa