16 Kasım 2016 00:58

Türkiye AB ilişkilerinde kritik süreç

Türkiye AB ilişkilerinde kritik süreç

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde içinden geçilen süreç, birtakım iç politika hesaplarına indirgenemeyecek boyutlar taşıyor.

Hatırlanacağı gibi 3 gün önce Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz,  Türkiye’de idam kararının yeniden uygulamaya konulmasının kendileri açısından kırmızı çizginin aşılması anlamına geleceğini belirterek, muhalefet partisi milletvekillerinin, akademisyenlerin ve gazetecilerin tutuklanması karşısında Türkiye’ye dönük ekonomik yaptırım uygulanmasının seçenekler arasında olduğunu belirtmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da önceki gün bu açıklamalara şu yanıt geldi: “Sen Türkiye adına ne zamandan beri karar verme yetkisine sahip oldun? Ne diyor, şu terbiyesize bak ‘Yaptırım uygularız’ diyor.”

Başbakan Binali Yıldırım da, dün partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, “AB önce şu teröristlerin ağzından konuşmayı bıraksın.... Bu ülke ne Avrupa ne de başka bir yerden talimat almaz” diyerek Erdoğan’ın açtığı yoldan devam etti.

AB’nin kendisine üye olmak isteyen ülkelerle ilişkilerinde ‘yaptırım’ bir yöntem olarak var, ama Erdoğan’ın kullandığı üslup, uluslararası ilişkiler açısından bir liderin kendine has çıkışlarından biri ya da iç politikaya dönük yanı ağır basan bir söylem olarak yorumlanıp geçiştirilemeyecek kıvamda. 

Karşımızdaki sosyalist bir ekonomik politika ve dış politikaya sahip bir liderin bağımsızlıkçı duruşu olmadığına göre Erdoğan’ın bu çıkışını da kendi gerçekliği içinde değerlendirmek gerekiyor.

Önce AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ekonomik boyutlarına bir bakalım. Türkiye ihracatının yarısını AB’ye yapıyor. Türkiye’ye gelen turistlerin yarısı AB ülkelerinden geliyor. Çarkı döndüren dış kredilerin neredeyse tamamına yakını AB ülkelerinden geliyor.  Doğrudan yatırımlar, sıcak para AB ülkelerinden geliyor. 

En büyük ihracat pazarı AB (İhracatın yüzde 49.5’i AB pazarına). İlk dokuz ayda 104 milyar dolar ihracat yapıldı. 51.9 milyar doları AB’ye... Yıllık ortalama 60 milyar. 

İthalat- ihracat rakamlarını topladığında AB ile dış ticaret payı yüzde 60-65’i buluyor. Şu an itibariyle bu pazar başka ülkelerle ikame edilemeyecek kadar büyük. 

Ülkeye gelen 41 milyon turistten, yurt dışında yaşayan Türkiyelileri dışında tutarsak, 35 milyonu yabancı. Bunların 20 milyonu AB’den gelenler. 

Bu, Türkiye’nin onlarca yıla dayalı ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkileri ekseninde AB’nin tuttuğu köklü yeri gösteriyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in, Anadolu Aslanları İşadamları Derneğinin (ASKON) düzenlediği “Türkiye Ekonomisi ve Güncel Gelişmeler” konulu toplantının basına kapalı bölümünde, AB ile ilgili olarak söylediği şu sözleri de bu bağlam içinde okumak gerekiyor: “Bana ister katılın ister katılmayın, AB’den kopmuş bir Türkiye’nin dünya algısı 3’üncü dünya ülkesidir. Eğer AB ile müzakerelerde ilerleme sağlarsak İslam dünyası nezdinde de daha cazip daha güçlü bir ülke oluruz. Bugün Avrupa’dan kopmak demek FETÖ’nün başarılı olması demek.” (Hürriyet, 11 Kasım 2016)

Şimşek’in söylediği bu sözler Türkiye büyük sermayesinin içinde de önemli bir sınıfsal temele karşılık geliyor. 

Aslında bu sözler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süredir devam ettirdiği ve son olarak da Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’a karşı tutumunda ifadesini bulan yaklaşımla birlikte ele alındığında, önümüzdeki günlerde bu gerilimin Türkiye egemen sınıfları içinde de yansımalarının olabileceğini ön görmeliyiz. Şu ana kadar belirli rezervlerle de olsa, kendi ekonomik çıkarları bakımından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği çizginin arkasında duran TÜSİAD ve MÜSİAD sermayesi bakımından, AB ile köprülerin atıldığı bir yönelim ayrışmalara gebe bir nesnel farklılık da oluşturuyor.

Erdoğan AB’ye karşı yaklaşımında Rusya ile yakınlaşma kartını temel bir seçenek olarak görüyor. İşin bu yanına bakarken Hürriyet’in dünkü manşetine de bakmak anlamlı olabilir: ‘Sağım Solum Putin’. ‘Rus yönetimi Ermenistan’la askeri güç oluşturmak üzere anlaşma aşamasında. Moldova ve Bulgaristan’da seçimi Rusya yanlıları kazandı.’

Erdoğan, ipleri başkanlığı mümkün kılacak bir siyasal atmosferi hakim hale getirmek için gererken AB’den gelen itirazlara karşı da “dik duran, yerli ve milli lider” imajına oynuyor. Bu imajı da zaten en başından beri çok seviyor. 

Ama tüm bu olup bitenleri, bir iç politika hesabına indirgemenin de, AB ile girilen sürecin içerdiği gerilimi hafife almak anlamına geleceği açık. Türkiye dümeni daha güçlü bir biçimde Rusya’ya doğru kırar mı, AB ile girilen yeni süreç Erdoğan-AKP iktidarının arkasındaki sermaye desteğinde ne gibi sonuçlara yol açar ve bunun siyasetteki sonuçları ne olur, gibi sorular önümüzdeki dönemde yanıtını bulacak kritik sorulardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...